31 Aralık 2022 - Cumartesi

M E V L A N A

M E V L A N A

Yazar - Bülent Alpagut
Okuma Süresi: 8 dk.
234 okunma
Bülent Alpagut

Bülent Alpagut

- 05062218413
Google News
  M  E  V  L  A  N  A                    
 
 
    Haddim olmayarak Büyük Mevlana ile ilgili bir şeyler yazmak istedim. Çünkü bildiğim kadarıyla her yıl 7-17 aralık tarihleri arasında  Büyük Mutasavvuf ve din ve bilim adamı Mevlana  anılır da onun için….
    MEVLANA celaleddin-i rumi,1207 yılında  bugün Afganistan’da olan  Horasan Yöresi’nde  Belh Şehri’nde dünyaya gelmiştir. Annesinin adı, Ruknettin kızı Mümine Hatun’dur. Babası ise “ Bilginler Sultanı”  adını almış Hüseyin Habbi  oğlu  Bahaeddin Veled’dir. Babası,Moğol istilası nedeniyle Belh’ten göç ederek Nişabur’a yerleşmiş ve burada zamanın büyük mutasavvuflarından Feriduddin Attar ile  karşılaşmıştır.  Nişabur’dan Bağdat’a  ,daha sonra ise Küfe yoluyla Mekke’ye gidip hacı olmuştur. 
    Hac’dan sonra  Şam, sonra Anadolu’da  Malatya’ya gelmiştir. Burada da fazla kalmayıp; Anadolunun çeşitli şehirlerini gezmiş,sonra da bugünkü Karaman’a gelmiştir. Burada da Emir  Musa’nın yaptırdığı medreseye yerleşmiştir. Zamanın sultanı, Onu,Selçuklu Devleti’nin Başkenti olan Konya’ya davet etmiştir.  Sultan Alaaddin  Mevlana’yı  görkemli bir törenle karşılamış, Ona bir medrese tahsis etmiştir. Bu medresede yıllarca  MEVLEVİLİK ve MEVLANA  MUTASAVVUFLUĞU  üzerine  çalışmış ve  bu konuda bir ekol meydana getirmiştir.  12 Ocak 1231 tarihinde  Konya’da vefat etmiştir.  MEVLANA  DERGAHI’na ,bugünkü yerine defnedilmiştir.  MEVLANA büyük bir ilim ve din adamıydı.  Sağlığında,İblikçi Medresesi     ders verdiği  zamanlar Onu dinlemeye gelenlerle dolup taşmıştır. 
     MEVLANA’nın ölüm günü, YENİDEN DOĞUŞ GÜNÜ olarak kabul edilir.Öldüğü zaman sevdiğine,yani ALLAH’a  kavuşmuştur.
      Ünlü Mesnevi’nden bir alıntı yaptım.Okuyucularıma  aynen sunuyorum.  Başlığımız; “AŞIK OLAN VE OLUNAN  BİRBİRİNDEN  AYRILMAYAN  RUH  VE  BEDEN GİBİDİR”……
     Adam yemek istediği etin ne olduğunu karısına sordu. Kadın kocasına  dedi ki:” Eti,kedi yedi”.Kocası kediyi terazide tarttı. Kedi yarım batman geldi.Sonra karısına döndü:” Hanım! Et yarım batmandı,belki biraz da  fazlaydı. Yarım batman gelen bu et ise,kedi nerede? Kedi ise et nerede?”. Karısı pek hileci, pek kötü huylu,kirli,pasaklı bir kadındı. Adam eve ne getirse  ,kadın onu yok ederdi.  Adamcağız ses bile  çıkarmazdı. Bu yüzden karısına hiç güvenmezdi. İşte o gün iyi kalpli adam bir misafirini ağırlamak için yüzlerce sıkıntıya katlanarak et alıp eve getirmişti. Kadın boğazına pek düşkündü. Eti kebap edip şarapla yemiş ve sonra da bu yalanı uydurmuştu.Kocası gelince de onu manasız sözlerle oyalamaya çalışmıştı. Adam etin ne olduğunu  sorunca  böyle yalan uydurma gereği ortaya çıkmıştı. Utanmaz,arlanmaz kadın şöyle demişti:” Eti kedi yedi. Eğer misafirine et ikram etmek istiyorsan kasaba koş,başka et al!” Terazi gelmiş,kedi tartılmıştı. Kedi yarım batman gelmişti.  Ben de sana soruyorum! Etrafa ışık saçan büyük velinin gerçek varlığı bu ise, o ruh nedir? Yok eğer o ,bu ruhtan ibaret ise,görünen maddi şekil,bu beden kimindir? Aziz dostum! Hayretler içinde,hayrette kaldım. Bu zor ve karışık meseleyi  ne sen  açıklayabilirsin,ne de ben. Bu ne senin işindir,ne  de benim.Aslında her ikisi de odur.  Yalnız ekinin aslı, tohumdur,tanedir. Saman çöpü ise ,değersizdir,teferruattır. Allah’ın  hikmeti ,bu zıtları birbirine bağlamış,birleştirmiştir. Ey kasap şu uyluk eti,o gerdanla beraberdir. Ruh, bedensiz iş göremez. Beden de ruhsuz olunca soğur,donar. Bedenin meydandadır,görünüyor,fakat ruhun gizlidir. Dünya’daki bütün işler,sebepler,birbirine zıt bu iki varlığın birleşmesi ile düzene girer. Çünkü ne ruh bedensiz iş görebilir, ne de beden ruhsuz parmağını bile kımıldatmaz. 
       Birisinin başına toprak saçsan,baş kırılmaz,suyu başına döksen,baş yarılmaz. Eğer sen su ve toprakla birisinin  başını yarmak istiyorsan ,su ile toprağı  birbirine karıştırıp  kerpiç yapman  lazım. Başını yardın,kerpici bir tarafa attın mı,zamanla kerpiçteki su aslına gider. Her şeyin birbirinden ayrılma gününde de,kerpiçteki toprak da zamanla  çözülür,dağılır,aslına ,toprağa döner. Bunun gibi insan bedenindeki ruh zamanı gelince göklere yükselecek,beden de çürüyecek,dağılacak;aslına,toprağa karışacaktır.
         Eğer kar ve buz güneşi görselerdi,buzluktan,karlıktan ümitlerini  keserlerdi. Damarlarına,iliklerine kadar erirler,su kesilirlerdi. Akan su,her ağacın canına derman olurdu. Her ağaç,onun oraya ayak basmasıyle,devlete,saadete kavuşurdu. Halbuki o donmuş buz,öylece donakaldı. İnsanın vücudunda birbirine zıt unsurlar, tabiatlar mevcuttur. Dört unsur denilen; Ateş,hava,su,toprak birbirlerine zıt unsurlardır. Bu sebeple, bedende inat ve niyazdan çeşitli haller ortaya çıkmaktadır. Nihayet bu zıt varlıklardan oluşan bedenden ruh çıkınca cismani izdivaç bozulur. Beden toprak olur,sonra Allah O bedeni  tekrar diriltir. Böylece insanda birçok ruhani ve nurani haller zuhur eder. Ruh beden zindanından kurtulunca,öyle güzel birleşmeler,öyle hoş karışımlar olur ki;kulağın duymadığı,insanın düşünemeyeceği,gönlüne getiremeyeceği  nimetler,güzellikler ortaya çıkar. 
              Bütün  korkulardan ,bütün ümitlerden kurtulup; söğüt ağacı gibi her tarafa,eğilip bükülmeyi arzu ederim. Söğüt dalı,nasıl rüzgar tesiriyle sağa,sola eğilirse,ben de onun gibi  sağa,sola dönmeliyim.,oynamalıyım. Ey hocam,şarabın verdiği  neşeye alışan kişi,bu hoşluğu,bu zevki nereden beğenecek? Nereden alacak? Peygamberlerin mayaları Hak zevkiyle, Hak aşkıyla boğulmuş olduğu için ,onlar bu dünyanın fani zevklerinden,bu gelip geçici neşelerden vareste kaldılar.  Kendilerini kurtardılar. Onların ruhları,öteki alemin hoşluğunu,neşesini görmüşler,tatmışlardı da bu yüzden bu dünyanın güzellikleri,hoşlukları onlara oyuncak gibi göründü. Bütün dünyada maddi aşklar fanidir. Zamanı gelir ne aşık kalır ne maşuk.Sayısız güzellikler öldü. Meşhur aşklar  masal oldu. Şu basıp geçtiğimiz topraklarda ne güzeller  yatmaktadır. Basıp geçtiğin toprağa  yavaş bas,çünkü o toprakta,birçok gözler,yanaklar,kemikler vardır. Onları incitme.
                Bu dünyada bütün çiçekler soluyor. Bütün kuşların  ötüşleri devamsızdır. Ben ebedi sürecek yazları düşünüyorum. Bu dünyada bütün  insanlar dostluklarının ve aşklarının zevaline ağlarlar. Ben ebedi sürecek sevgileri düşünüyorum. 
                Ey hakikat aşığı! Sen öyle bir aşkın peşinde koş ki, o aşk gelip geçici olmasın. Sonunda seni ümitsizliğe düşürmesin. Allah aşkı yok olmaz! O aşkın aşığı da ,maşuku da sonsuzdur.
                Bu güzel  öyküyü  Mevlana Haftası nedeniyle yazdım. Bir nebze katkım olsun istedim. 
                 Kütahya  Lisesi’nde bir arkadaşım vardı. Hala  birbirimizi  arar sorarız. Doğan Karaağaoğlu’ndan söz ediyorum.  Mevlevilik hakkında  zamanında kendisinden çok güzel şeyler öğrenmiştim.  Bir gün elimde tesbihimle  görünce bana   “Zikretmek için tesbihe gerek yok,dilediğince  zikret,Kaç  tane Allahuekber,kaç tane Elhamdülillan,kaç tane Süphanallah diyeceksen de”demişti. Dediğini yapıyorum.   Bu vesileyle Mevlana aşıklarını,sevdalılarını ,özellikle Mevlana Aşıklarının çok olduğu Kütahya’daki  Mevlana sevdalısı   hemşehrilerimi  saygıyle salamlıyorum. Herkesi de MESNEVİ’yi en azından bir defa okumaya davet ediyorum.En büyük üzüntüm,bu ulu kişinin türbesini ziyaret edememiş olmamdır.
#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Tüm Yazıları