10 Ocak 2021 - Pazar

Bu haftaki yazılarım

Yazar - Bülent Alpagut
Okuma Süresi: 16 dk.
1288 okunma
Bülent Alpagut

Bülent Alpagut

- 05062218413
Google News
                              
       KÜTAHYA’DA BİR İLK DAHA YAŞANMALI  RESMİ DAİRELERDE
          KURUM V E KURULUŞLARDA DA   ÇİNİYE 
 YER VERİLMELİDİR                         
                    
 
 
    Madem ki  Kütahya  çinide  ülkemizin  tek iddialı  ilidir;öyleyse  il genelinde tüm resmi dairelerinde,ilk ve orta dereceli okullarında,tesislerinde,ofislerinde,banka şubelerinde,otogar,gar  gibi  genel  yerlerinde,çeşitli kurum ve kuruluşlarında ,stadyumlarında,spor salonlarında,kaplıcalarında,camilerinde,spor kulüplerinde,çeşmelerinde,müze ve kütüphanelerinde,lokanta,kıraathane ve kahvelerinde,genel tuvaletlerinde,bekleme noktalarında ve  abartıyorum her adımda,noktada çiniye yer vermelidir.
    Son defa Polis Derneğinin bulunduğu binanın duvarlarına  Kütahya Çinisi döşeten yetkilileri kutlamak istiyorum. Türkiye genelinde  43  şubesi bulunan POLEMDER Kütahya Şubesi  Başkanı  Mustafa Nazlıpınar  üzerine düşeni yapmış bile. Darısı başkalarının olsun. 
     Bugün dünya genelinde, nerede bir pınar,cami,mesire yeri,kaplıca  varsa  bunların hepsinde Kütahya’nın mührü,Kütahyalı çini ustalarının,emekçilerinin damgası vardır.Kütahya çinisiyle ve porseleniyle  de bir dünya markasıdır. Bunu kimse görmezden gelemez. Çinilerin üzerinde çini ustalarının,çalışanlarının  el emeği,göz nuru  vardır. Aldığım duyumlara göre  emekli polisimizin evi,dernek binasında artık  ALTIN ÇİNİ  Fabrikası’nın ürünleri ebedileştirilmiş. İyilik timsali,özverili ve cömert insan iş insanı  Mustafa Kıratlı Bey’in şahsında tüm camiayı  gönülden kutluyorum Bir dernek binasına verilen katkı kanımca büyük bir jesttir.  
     Allah var samimiyetle söylemek isterim; Kütahya’da en azından bir camimizin giriş kapısının bir yanına Kütahya Çinisiyle bir “ Veda Hutbesi” yakışacaktır. Bunu biraz daha  açarsak Kütahya İli’nin tüm ilçelerinde en az birer camide çini ile  giriş kapılarına  bir “ Veda Hutbesi” cuk oturacaktır. Ama önemli olan söylemek,ifade etmek, arzulamak değildir. Önemli olan icraattır. 
    Sabırsızlıkla bekleyeceğim. Bakarsınız naçiz önerim kabul görür….. 
 
“”””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””
 
 
  BİZİM  KUŞAK  KIRMIZI  ETİN  ALTIN  DEVRİNİ  GÖRDÜ 
 
 
        Tavşanlı’da bugün yaşları 50-80 arası olanlar  kırmızı etin altın devrini yaşayanlardır. Bugün artık evlerde yapılmıyor; Düğünlerde artık  ikramlar arasında yer alan , üzerinde her biri zeytin büyüklüğünde kırmızı et  ile  taçlandırılmış  pilavlar tüketiliyor. Herkes önüne gelenle yetiniyor. Halbuki eskilerde öyle miydi? Özellikle evlerde   verilen düğün yemeklerinde  kırmızı et,her biri  elma-ayva büyüklüğünde  geniş tepsilerde  sunulurdu. Bunlardan bir parçasını alır,ekmek dilimimiz üzerine koyar ve yerdik. Yeter de artardı bile. Ardından  bir tepsi içinde yüksekliği 25-30 cm olan pilav gelirdi. Bir küçük kubbeyi andırırdı. Sofraya dizilen 12-15 arasında davetli  bu pilava kaşık atardı. Bir de iddia yapılırdı. “ Kim önce pilav tepeciğini devirecek?” denir,kısa sürede pilav tepeciği bir tarafa yıkılırdı. 
          O,evde  içi ceviz yükü evde hazırlanan  baklavalar   bir harikaydı. İki taneden fazlasını yiyen olmazdı. 
           Bazen Yeniçerilerin  yediği  üzüm hoşafını kaşıklardık. Hoşaf kabının dibinde kalan üzüm suyunu  daha sonra biri alır,lıkır lıkır içerdi. Ardından yemek duası  yapılır,şükredilirdi. 
           Yıllar içinde  kırmızı et elini eteğini düğün sofralarından çekti. O iri parçalı kırmızı etler anılarda ve fotoğraflarda kaldı.  Artık o ünlü düğün yemeklerini hazırlayan bayanlar da yok. Biz bir tencere yemeğin hakkını veremezken onlar kazan kazan yemekleri büyük bir ustalıkla hazırlarlardı. 
           Bir düğündeyim; Kütahya7dan Azot Fabrikası çalışanlarından birkaç mühendis te düğün yemeğindeydi. Tertemiz kıyafetleri,ütülü pantolonları ile yer sofrasına,çapı iki metreye yakın geniş sininin etrafında yerlerini almışlardı. O ünlü,yumruk büyüklüğündeki nefis kırmızı et tepsisi geldiğinde   ete bakıyorlardı.  Ben atik davranıp bir hamlede büyük bir kırmızı et parçasını alıp ekmek dilimimin üzerine yerleştirmiştim bile.  Baktım hala  bakıyorlar,yavaşca yanımdaki konuk mühendise  acele etmesini ,yoksa  biraz daha geç kalırsa tepside kırmızı etin kırıntısının kalmayacağını hatırlatmıştım. Ceketini çıkarmış,manşetli gömleğinin manşetlerini çıkarmış,gömleğinin kollarını sıyırdıktan sonra tepsiye dalmıştı. Yemek sonrasında yavaşça kulağıma eğilerek teşekkür etmişti. Benimkisi tecrübeydi. Çünkü sona kalan dona kalıyordu.
             Tavşanlı’da bir zamanlar kasaplar vardı. Kasap dükkanlarının sadece içi,vitrinleri değil,dışı da  kesilmiş büyükbaş ve küçükbaşlarla dolu olurdu. Bir zamanlar Tavşanlı’da kırmızı et yiyenler vardı. Erkeç etini alıp güveç fırınlarına götürenler vardı. Güveç fırınları vardı. Önünde kuyruklar oluşurdu. Güveç üreticileri  Tavşanlı’ya toprak  güveç üretmekte zorlanırdı.  Açkarınların Halil, Açkarınların Mehmet, kasap  Ramazan, Kasap Ellez Halil, Ellez Mustafa,Kasap Ferit, kasap  Ellezlerin kel Mehmet,kasap Mehmet Ali, kasap Elylezlerin kel Ahmet, kasap   Halit,kasap Hüsnü, kasap Sabri, Dolma Ahmet, kasap Yusuf,Kel Alilerin Mustafa,kasap Nuri, Kasap Sıtkı Ekiz, kasap Çukurköylü İrfan, kasap İbrahim, kasap Fahrettin,kasap Necmettinkasap Oydaslı,kasap Ali İhsan Derin, kasap Ali İhsan Coşkun, kasap Bakımsız Mustafa ve geçtiğimiz günlerde harç bitti yapı paydos diyen kasap Süleyman  Alyüz’ün az mı etlerini tüketmedik?
             Moymul Mahallesi’nde çarşıiçi kahvelere omzunda koca bir erkeçle giren  Yörük kasap ta unutulmamıştır.
             Tavşanlı’da etin girmediği ev yoktu. Karınca kararınca hrkes bir miktar kırmızı eti  evine götürmüştür. Bugün bir elin beş parmağı kadar kasap,yine o kadar kırmızı et tüketen kaldı. Esk çamlar bardak oldu misali  ne eski kasap,ne eski et tüketen ne de kırmız etin   birkaçı dışında  güveçci kalmadı. En son güveç ustası Saim Akkoç’u yitirdik. 
             Bir gün gelecek,Tavşanlı’da anneler çocuklarını uyuturken içinde kırmızı etin geçtiği tekerlemeler söyleyebilir. Dört kişinin bir oğlağı yediği günleri bir daha görmek mümkün olmayacaktır. 
 
       M U C İ Z E      
 
 
   Mucize,insanları hayran bırakan ,tabiat(doğa) üstü sayılan  olay,tansık anlamında bir sözcüktür. Yine,birilerine göre, insan aklının alamayacağı olaydır Olağanüstü,şaşırtıcı  her şey mucize olarak  yorumlanır Toplumda,olağanüstü bir olay yaratmak,her zaman  heyecan uyandırmıştır. Bu arada,umulmayan,beklenmeyen bir biçimde gelişen her şey  mucize kabilinden  değerlendirilmiştir.
    Kütahya,merkez ilçe dahil 13 ilçeye sahiptir. Bu ilçelerde  çeşitli konularda,alanlarda mucize yaratanlar  olmuştur. Örneğin  yıllar öncesinde Şeyh Murat Gazi’nin nohutu işlemesi, leblebiyi bulması  zamanında mucize olarak kabul edilmiştir. Çünkü insan nohutu binlerce yıldır hep yemeklik olarak değerlendirmiştir. Aşurede kullanmıştır.Leblebi tozu,leblebinin öğütülmesi sonucu oluşur.Leblebi unu,son birkaç yıldır o da sadece Tavşanlı’da kurabiyeye dönüşmüştür. Leblebinin  patentinin Tavşanlı’da olduğunu biliyorum. Ama leblebi kurabiyesi için böyle bir patentin olup olmadığını şu an bilmiyorum. Ama mantıken nohutu leblebiye dönüştürenler nasıl patent hakkına sahip olmuşlarsa leblebi kurabiyesi üretenlerin de aynı haklara sahip olduğu düşünülebilir.Yani kısacası Şeyh Murat Gazi,Tavşanlı’da makamı,İstanbul’da mezarı bulunan zat mucize yaratmıştır. 
    Çini,duvarları kaplayıp süslemek  için kullanılan,bir yüzü sırlı ve genellikle çiçek motifleriyle bezeli pişmiş,balçık levha,fayanstır.Çini bugün birçok alanda kullanılmaktadır. Çini,beraberinde, çini döşemeciliğini de geliştirmiştir. Çini ile çini yapan  veya satan kimseler,çiniciler doğmuştur. Çini yapma sanatı Türklerde 12.yüzyıl başlarından bugüne vardır. Öyleyse çini toprağın bir versiyonudur. Porselen,kaolinden yapılma ,beyaz,sert ve yarı saydam çömlek hamurudur. Çanak ve çömleklerin bir kısmı bu hamurdan yapılır. Porselen,porselen yapan veya satan bir   sınıf,bir meslek dalı  yaratmıştır. Yani kısacası,çini ve porseleni bulanlar  bir mucizeye imza atmışlardır.Güral Ailesi bu mucizenin  önemli bir parçasıdır. 
     Bez,tahta,kağıt,deri gibi maddeler üzerine  yapılmış yağlı boya ,sulu boya,pastel veya kara kalem resimlere ,tablo diyoruz. Rengarenk boyaları,kaliteli bir fırça yardımıyla  bez,tahta,kağıt ve deri üzerinde  kullanarak  göze hoş gelen eserler yaratan ressamlar da  yerine göre mucizeler yaratırlar. İşte rahmetli Ahmet Yakupoğlu,işte rahmetli Abdullah Taktak. Yeşilin 8 tonunu tablolarında bir gergef gibi işleyen  hemşehrilerimiz değil mi?
      Beklenmeyen bir biçimde gelişen  her şeyi mucize olarak kabul edebiliriz. Bakın bir hemşehrimiz,bir uzman doktorumuz,Tavşanlılı Doç. Dr. Mustafa Kalemli  önce bir baştabip,sonra bir milletvekili,daha  sonra  Çalışma, Sağlık, iki kez  İçişleri,Orman Bakanı ,daha sonra da TBMM Başkanı olmadı mı? Böyle bir mucizeyi bir daha görebilecek miyiz? Sanmıyorum. 
       Önce bir müessese takımı,sonra Türkiye 3. Milli Ligi,akabinde Türkiye 2. Milli Ligi, ardından Türkiye 1.Milli Ligi’ne yükselmiş  Linyitspor gibi bir başka futbol takımımız var mı?
       Mehmet Tunçbilek linyiti Kütahya- Tavşanlı’da tesadüfen de olsa bulan hemşehrimiz değil mi?Gerek sayın Kalemli’nin,gerek Linyitspor’un, gerekse Mehmet Tunçbilek’in   başarıları   toplumda  olay yaratmadı mı?Kitleleri heyecanlandırmadı mı?
 
“”””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””
      
                            
         OKYANUSLARDA 20 MİLYON TON ALTIN BULUNDUĞUNU
           SÖYLEYENLER  GİTSİNLER  ALTINI ORADA ARASINLAR 
 
                                           
 
    Deniliyor ki;  Okyanuslarda  20 milyon ton altın var. Bunu nasıl tespt ettiklerini bilemem. Doğruysa  hiç vakit geçirmeden  altın arayanlar  okyanuslara gitsinler.  Altın arayacağız diye cennet ormanlar,tarım alanlarnı katlediyorlar. Dünyanın düzenini bozuyorlar. Bakın yine yapılan tespitlere göre bir dönüm çam ormanı 4 ton tozu emiyormuş. Şimdi anladınız mı  Seyitömer ve Tunçbilek Termik Santralları’nın   daha tehlikeli olmasını neler engelliyormuş?Ne baca filtreleri,ne  kaliteli kömür yakılması  tehlikeyi önleyemiyor. Yine de Allah’ın bizlere lutfu cennet ormanlar önlüyormuş.
     Ben yine de gerek Kütahya Seyitömer Termik Santralı’nın ne de Tavşanlı Tunçbilek Termik Santralı’nın   doğayı kirletmeyi sürdüreceğine inanıyorum. Odun sobasının boruları bile zaman içinde kurum bağlıyor. Bu filtre iyileştirme çalışmaları sonrası yeniden faaliyete geçmesi beklenen termik santrallar  sorun olmayacak mı sanıyorsunuz?
     Kütahyalı yatsın kalksın Allah’a dua etsin. Eğer il bazında 50-55 orman varlığı olmasaydı  Kütahyalı  nüfusunun büyük bölümünü kaybedebilirdi. Her şey para değil. Batsın termik santrallardan gelecek faydalar. Eğer  devlet bu santralların  işe yaradığını görseydi  elden çıkarır mıydı?Termik Santral konusu artık dünyada gündemden düşme yolunda.Çünkü dünya başka enerji kaynaklarının peşine düştü. Bu santralların  ne denli  zararlı birer  enerji üreteni olduğunu öğrendi. 
     Gerek Tunçbilek,gerekse Seyitömer Termik Santralları Kütahya’nın kanayan yarası olarak kalmayı sürdürecektir. Birkaç yüz kişinin ekmek kapısı olan bu doğa ,hayvan ve insan düşmanı santrallar  belki ülkenin yüce menfaatları çerçevesinde bugüne kadar ülkenin enterkonekte sistemine katkı vermişlerdir. Ama getirdikleri yanında götürdükleri daha çoktur. Bugün iddia ediyorum son yaşanan Koronavirüs salgınında ölenlerden çok Tavşanlı Mezarlıkları’nda dolayısıyle Kütahya  ili’nde  vefat edenlerin sayısı bir haylidir. Çünkü bu iki termik santral  havaya saldığı  kanserojen küllerle  birçok hemşehrimizin kanına girmiştir. Birçok çocuğu hem yetim hem öksüz ,birçok kadını eşsiz bırakmıştır.  
     Bu santrallardan gelecek fayda Allah’tan gelsin. Her iki termik santral kapandığında rızkımızın kesilmesi diye bir durum söz konusu olamaz. Allah herkese rızkını veriyor. Vermeye de devam edecektir. 
     Şimdi birileri Kütahya’nın kapısını  çalabilir. Altın arayacağını söyleyebilir.Sokmayın bu insanları Kütahya’ya.Çünkü onlar iyi bilinmektedir ki arkalarında bir enkaz bırakıp gideceklerdir. Kütahya  Cennet ormanlarını bu insanlara açmamalıdır. Yoksa Allah’ın lanetine uğrayacağımız unutulmamalıdır . Kimin ormanlarını,verimli alanlarını,doğal mera ovalarını   kimlere veriyoruz?Bunların hepsi bizim. Kütahya’nın envanterinde olanlar. Kütahyalı uyanık olmalıdır.  Çünkü minareyi çalacak olanlar kılıfı mutlaka hazırlamıştır. Şu ibretlik ÇED   raporlarını verenlere de büyük bir kin besliyorum.  Allah’tan korkan herkes  bir şeyin altına imza atarken  dikkatli  olmalıdır. Okyanuslara gitsinler. Ama Kütahya’nın kıyısından geçmesinler. Kütahya’da akıllı insanlar vardır.
 “””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””””
 
     TAVŞANLI’NIN YETİŞTİRDİĞİ EN RÜTBELİ
 POLİS 
ESMERLERİN   TEKİN  ÖZDOĞAN’DIR 
 
 
             Türkiyenin 81 iline bağlı onlarca ilçede,beldede,köyde yaşamış aileleri de polis teşkilatını  değerli evlatlarıyla taçlandırmıştır. Bugün itibariyle  Tavşanlı tarihinde  en yüksek rütbeli polis rahmetli Esmerlerin Tekin Özdoğan’dır. Kendisi benim gibi  1960 Askeri Darbesi ardından Kayseri İli’ne  Yedek Subay  öğretmen olarak gönderilenlerdendi. Pırıl pırıl bir Tavşanlılıydı. Boylu posluydu. Yakışıklıydı. İki öğretim yılı Kayseri7de benim gibi görev yapmış ve Tavşanlı’ya dönmüştü. Mütevazi bir ailenin bireyiydi. Rahmetl Esmer M. Ali kendisiyle gurur duyardı.  Ben ve bazı arkadaşlarımöğretmenliği seçmiştik. O,bir ara kayboldu. Baktık polis olmuş. Ankara’dan zaman zaman sesini duyardım. O zamanlar cep telefonu da  yoktu. Herkesin evinde,iş yerinde dijital telefonlar bulunuyordu.  En son Keçiören’de olduğu zaman konuşmuştuk. Uzun süre birbirimizi aramadık. Nihayet geçtiğimiz aylarda değerli arkadaşım o da bir polis,teşkilatın çeşitli kademelerinde emeği var Halis  Kahraman’dan  haberini almıştım. Vefat etmiş.  Mekanı Cennet olsun. Bir ara Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal  bölümündeydi. Kriminalistik asistanıydı. Daha sonra Emniyet Müdürü olmuş. Benim  arşivimde  bu kadarcık bir bilgi var. Evliydi ve belki çocukları da vardı….Bu yazımı niçin yazdım? Tavşanlı’da aile bireyleri polis olanlar var. Örneğin sevgili Halis Kahraman uzun yıllar Tavşanlı DDY Gar’ında( o zamanlar istasyondu) Recep Kahraman’ın oğlu rütbe olarak  belirtmiyorum  emekli polis ve gazeteci araştırmacı yazardır.  Sürekli haberleşiriz. Tavşanlı’da   Akseven Sokak’ta değerli komşum Boyacı İbrahim’in oğlu,GLİ emeklisi Abdulah Nuri Ünal’ın oğlu Bülent Ünal hemen yanı başımızda Harmanck’ta polis.  Moymullu  kardeşim Mustafa Yörük  keza polis.Güzelyurt Mahallesi( Seliköy) iki polis yetiştirmiş. Birisi Kadir Girgin ,diğeri Kıbrıs Barış Harekatı  sırasında oğlu şehit düşen polis  Abdullah.  Moymullu  polisler arasında  Cevdet Ünal,Hüseyin Şentürk  ve Ali Fuat ta var.Tavşanlılının eniştesi emekli polis ki teşkilatın çeşitli kademelerinde çalıştı ve emekli oldu Orhan Kalpaksız da  sevilen polis kardeşlerimizden. Tavşanlı’nın 88 köyünde  nice polislerimiz var
 
#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Tüm Yazıları