GAZETECİ YILMAZ ÖZDİL
Bülent Alpagut
- 05062218413 SÖZCÜ GAZETESİ’NİN
KÖŞE YAZARI DEĞERLİ GAZETECİ YILMAZ ÖZDİL’E KATILIYORUM
GAZETECİ Her gazeteyi okumalıdır. Ben bunu yapıyorum. Güzel de oluyor. Sevgili Sözcü Gazetesi Köşe yazarı Yılmaz Özdil’in köşe yazısını okudum.Bir yerinde aynen:” Ermeni Tehciri üzerine sayısız film çekenler topluca imha edilmek üzere hedef alınan biz Türklerin bu zorunlu göçünün bir kez olsun filminin çekilmemiş olması,belgesel hale getirilmemesi,gerçekten de üzerinde düşünülmesi gereken bir hadisedir” demiş.Yine köşe yazısının bir başka yerinde.” Ayrıca,Yunan İşgali sırasında yaşanan zorunlu göç trajedisinin Milli Eğitim Müfredatında asla yer almamış olması,neden yer almadığı,gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir hadisedir” diyor. Bu sözlere kim katılmaz? Bugüne kadar sahte dostluklar üzerine inşa edilen Türk-Yunan ilişkilerinin şu son günlerdeki durumuna bir bakar mısınız? Diyorlar ki.” Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan’ Bir gece ansızın gelebiliriz’ demiş.Bence, Bu ifade değerlidir. Nasıl Kıbrıs’a bir anda ,ansızın gidebildiysek, vatan topraklarımızın birer parçası olan adalara da,kayalıklara da gidebiliriz. Yunanlılar, gasbettikleri bu vatan toprakları üzerinde her türlü düşmanlığı yapıyorlar. Onlara bir” dur” deme zamanının geldiğine ben de inanıyorum. Yok efendim,savaş yapabilecek bir durumumuz yokmuş. Bu millet tarih boyunca düşmanlarının hakkından gelmesini bilmiş bir millettir. İşte en son 30 Ağustos 1922’de kazanılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi bunun en güzel örneğidir. 9 Eylül 1922’de denize dökülen Yunan güçleri’nin ayakkabıları,üniformaları,silahları bugün de Ege Denizi’nin derinliklerindedir. Bu millet Yunan zulmünü sinesine mi çeksin? Bırakın başka bir yeri biz Kütahyalıyız. Kütahya tarihinde görmediği işgali yaşamıştır. 15 Temmuz 1921, Ankara’da öğretmenlerin katılımıyla ilk Maarif( Eğitim) Kongresi toplanmıştı. 13 Temmuz 1921’de de Afyonkarahisar ve Bilecik Yunanlılarca işgal edilmişti. 15 Temmuz 1921’de, Ankara’da Maarif( Eğitim) Kongresi’nin toplandığı saatlerde Kütahya Önlerinde( merkeze 15-20 km mesafede) zaten şiddetli çatışmalar başlamıştı. O gün,yani 15 Temmuz 1921’de aynı anda hem Bozüyük,hem de Tavşanlı Yunan Güçleri’nin eline geçmişti. Bu sırada Türk Ordusu’nun 4. Tümen Komutanı Yarbay Nazım Bey dahil birçok subayımız,askerimiz şehit düşmüştü. Tavşanlı işgalden tam 413 gün sonra 03 Eylül 1922’de , Kütahya merkez ve havalisi de 30 Ağustos 1922’de işgalden kurtulmuştu. Ama gelecek kuşaklara şunu dürüstçe ifade etmek zorundayız; Kütahya ve Havalisi ,ilçeleri, Bucak(belde) ve köylerinin işgal güçlerine direnememesinin rahat hareket etme olanağının bulunmamasının tek nedeni, Kütahya’da ki büyük bir Yunan Gücü’nün varlığıdır.Bu büyük gücün,Kütahya Merkezi’nde konuşlanması da en büyük talihsizliğimiz olmuştur. Ancak, Yunanlılar, yeterince hakim olamadıkları örneğin, Emet ilçesi ve havalisinde ve bazı kesimlerde kayıplar vermişlerdir. Bu da bir istisnadır.
Aynı direnişi, maalesef Tavşanlı , Domaniç,bir başka ilçemiz olumsuz şartlar çerçevesinde gösterememiştir. Gücün olmadığı halde, güçlü bir yabancı güce saldırırsan , akıbetin,Yeldeğirmenlerine merkebiyle saldıran Don Kişot’ınkinin aynısı olur.
KÜTAHYA, Ankara’da Maarif( Eğitim) Kongresi’nin yapıldığı sıralarda ,Kongrenin 3. gününde Yunanlılarca işgal edilmiştir. Maalesef Kütahyamız bu günde Yunan Bayrakları’yla tanışmıştır. Maarif( Eğitim) Kongresi’nin 5. gününde, Yunanlılar,( tümen,tugay,alay v.b) insanımızdan arındırılan,boşaltılan Eskişehir’e girmişlerdi. Aynı günün sonunda hem Seyitgazi,hem Uşak ta düşmüştü.
Şimdi okullarda öğrencilerimize bunları anlatmayacak mıyız, Bilmesinler mi? Dizi film çekmekte mahir olan ülkemizin insanları neden insanımızı acıtan işgal olaylarını gösteren diziler yapmazlar ki? Merhum dedem,Tuğbay Hasan Tahsin Bey, arkadaşları merhum Ali Sait Paşa, Ali Hikmet Paşa, Alman general Otto Liman von Sanders Paşa ile beraber Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerin’deki Ermenilerin yaptığı insanlık dışı olayları anlatırken ağlardı. Peki Ermenilerin yaptıklarını çocuklarımıza anlatmayalım mı? Ben bile yıllar içinde okullarda Pön Savaşları’nı, Kartaca Savaşları’nı, Fransız İhtilalini, Osmanlı- İran arasındaki savaşları, bİrçok savaşın sebep, gelişme sonuçlarını bile öğrenenlerdenim. Sınıf arkadaşlarımca adeta ezbere bilirdik. Roma Orduları’na direnen 300 İranlı’nın filmini hiç izleyeniniz oldu mu? Adamlar adeta bir mucizeye imza atmışlar. Bugün Türkiye’de Amerika’nın Afganistan’ı,ardından Irak’ı nasıl işgal ettiğini bilmeyen yok. Dizi dizi filmler izliyoruz. Keyif alıyoruz. Ama kendi gerçeklerimizi filmleştirememişiz. “ İstanbul’u elbette siz fetheyleyeceksiniz. Ne güzel komutandır o komutan,ne güzel askerdir o asker” iltifatına mazhar olmuş Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri’nin ve şanlı ordusundaki yiğit askerlerin ruhunu okşayacak bir yapıtımız,bir dünyaca ünlü filmimiz var mı?Öyle muhteşem bir filmi yapacak gücümüz,insanlarımız,sanatçılarımız yok mu ki bunu bugüne kadar gerçekleştiremedik? Tarih kitaplarımızda Yunanlıların,Ermenilerin, Rusların,hatta Müslüman kardeşlerimiz bazı Arap Ülkesi insanlarının askerlerimize,insanlarımıza verdikleri zararları unutalım mı? Bu millet dostunu da düşmanını da iyi bilmelidir. Türk’ün dostunun az,düşmanının çok olduğunu gelecek nesillere de iyi anlatmalıyız. Ayıdan post, dünkü düşmanlarımızdan,bugün bize gülücük dağıtanlardan dost olmayacağını bilmeleri gerekmez mi?. İzmir’e Yunan Askerleri’nin girdiği günde koşarak onları karşılamaya gelen Metropoliti herkes bilmesin mi?”Bugün İsa’nın en büyük mucizesini gerçekleştirdiniz. Bu uğurda ne kadar çok Türk Kanı içerseniz,o kadar sevaba girmiş olacaksınız.Ben bile bir bardak Türk kanı içmekle, onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım”diyen, bu Metropoliti öğrenmesinler mi? Türklerin boşalttıkları yerlere Yunanistan’dan alel acele getirtilen binlerce Rum’un nasıl yerleştirildiklerinden haberdar olmasınlar mı?Demografinin değiştirilmesine yönelik çalışmaları bilmesinler mi? Topraklarımızın,aziz vatanımızın Rumlaştırılmak istendiğinden habersiz mi olsunlar? Bana böyle bir yazı yazmamda ilham kaynağı olan sevgili gazeteci kardeşim Yılmaz Özdil’e selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Ama yazıma son vermeden önce bir hususa dikkat çekmek isterim;Hacı Bayram Veli ne diyor?” Hakk,kulundan intikamı,kul eliyle alır. İlm-i Ledün’ü bilmeyen ,bunu kul yaptı sanır” diyor ya. Ben de diyorum ki.” Allah, haddini bilmeyen,belasını arayan milletlere de bir başka milleti musallat eder”.
ULUSLAR ARASI OKURYAZARLIK GÜNÜ
O kadar hafta ve gün kutlanıyor ki inanın bazen ben de şaşırıyorum. Neden şaşırıyorum? Çünkü ben uzun yıllar öğretmen olarak hizmet verdim. Gerek haftalar gerekse günler bir elin beş parmağı kadardı
En çok “Yerli Mallar Haftası”’nı unutmadım. Bu haftanın kendi nevi şahsına münhasır bir önemi vardı. Bu hafta geldiğinde sadece öğretmen arkadaşlarım değil,tüm öğrencileri büyük bir heyecan sarardı. Bu haftanın bir gününde sınıflarda ders yapılmazdı . Her sınıfta öğrenciler bütün sıraları kocaman bir masaya dönüştürürlerdi.Evlerinden getirdikleri yerli mallarımızı bu büyük masaya özenle serpiştirirler ve sonra da okulun tüm öğretmenlerini bu büyük masada ağırlarlardı. Büyük masanın üzerindekiler hep yerliydiler. Elma,armut,ahlat,taze ve kuru üzüm, fındık ,fıstık, ,ceviz,leblebi,kaynamış yumurta,peynir,lor, yoğurt,tereyağı, kaymak, kurabiye, pestil,gözleme,mantı,taze biber,havuç,turp, yeşil zeytin,siyah zeytin, biber ve domates salçası, şekerpancarı, patatesli,peynirli,kıymalı börek, salatalık ,domates, daha nicelerini seyrederken zaten doyardık. Önce masadaki mantı kaşıklanırdı. Sonra börekler ve gözlemeler yenilirdi. Ardından ikram edilen çaylar yudumlanır ve ardından da isteyen istediğini sofradan alıp yerdi.
Bugün böyle bir gün yapılsa acaba masalardaki hangi meyveler,kuru yemişler, tahıl ve narenciye sizce yerli olabilirdi? Nohut,kuru fasülye,yeşil ve sarı,kırmızı mercimek, mısır,buğday,arpa,yulaf, yeşil elma, adını telaffuz edemeyeceğim meyveler(muz,ananas,greyfurt v.b) dışarıdan ithal ediliyor. Leblebi tüketenler bile Bulgar Nohutu olduğunu bilmiyor.
Uluslararası Okuryazarlık Günü ne zamandır beri kutlanır bilmiyorum ama bu gün bana bir zamanlar Tavşanlı İlçesi’nde, Derecik Köyü İlkokulu’nda Maden İşçilerine verdiğim okuma-yazma kursunu hatırıma getirdi. Bu kursun masraflarını GLİ Müessesesi karşılıyordu. Oukam-yazma bilmeyen maden işçilerini belli bir süre bu kursta yetiştirip,kendilerini okur-yazar yapmıştık. Birer diplomayla kendilerini ödüllendirmiştik. Çok ta iyi olmuştu. Maden işçilerinin hepsi de kurs bitiminde bizlere teşekkür etmişlerdi. GLİ Müesesesi bu konuda örnek bir davranış sergilemişti. Tüm çabalara rağmen okuma-yazma öğrenemeyen maden işçilerini okur-yazar yapmıştı. Bizlere de bu kurs nedeniyle bir miktar ödeme yapılmıştı. Yani alan da memnundu,satan da. Kurs geceleri yapılıyordu. Birkaç saatlik bir süre içinde belli bir program çerçevesinde gereken yapılıyordu. Tüm çabalara karşın,günümüzde okumaz-yazmaklık sorunu ülkemizin önemli sorunlarından biridir. 80 milyonu aşkın nüfusumuzun bir bölümü maalesef hala okuyamıyor ve yazamıyor. Askeri Birliklerde “ Ali Okulları” sayesinde birçok vatan evladı okur-yazar duruma getirilmiştir. Bu millete 45 günde Okuma-yazma öğreten ulu Önder Aziz Atatürk’ünr ruhu şad olsun.
İstatistiklerin gizlediği asıl sorunumuz,vatandaşlarımızın çoğunun herhangi bir şeyi okuma konusunda isteksiz oldukları gerçeğidir.Okuma yazmayı öğretmek kadar sevdirmek konusunda çabalarımız hız kesmeden devam etmelidir. Merak ediyorum; Cumhuriyetimiz 29 Ekim 2023’te acaba okuma-yazma alanında yüzde kaçlık bir oranı yakalayacaktır. Acaba 100 yaşına basacak bir Cumhuriyetin hala okuma ve yazma bilmeyenleri var mıdır?
Örneğin Tavşanlı’nın Merkezyeniköy’ün’de köy halkının tamamının okuma-yazma bildiğini söylesem buna inanır mısınız? İnanın. Çünkü doğrudur. Bu köyümüzün güzel insanlarına bir öğretmen olarak selam ve sevgilerimi sunuyorum.
İsterim ki bu aziz milletin tamamı en azından okuma-yazma bilsin. Dağdaki çobandan,deniz lerimizdeki balıkçıya, yeraltındaki maden işçilerimizden, fabrikalardaki bekçiye, sokakta atık madde toplayan garipten, inşaat işçisine, garsondan,aşçıya, üretenden tüketiciye herkes okuma-yazma öğrensin. Okuma-yazma öğrenenler bir başkasını da okur-yazar yapsın. Deneyim kazananlar,deneyimlerin,tecrübelerini i başkalarına da öğretsin. Halk Eğitim ve kurslar Müdürlükleri açtıkları kursların arasına mutlaka okuma-yazma kurslarını da eklesinler. Merhum kayınvalidem bahna her defasında okuma-yazma öğrenemediğini anlatır,bunun ezikliği içinde olduğunu htirirdi. 8 Eylül Uluslar arası Okuryazarlık Günü kutlu olsun. Böyle bir günün varlığından habersiz olanların da kulakları çınlasın.
AHMET ULUÇAY HER YIL BİR GÜNDE MUTLAKA
ANILMALIDIR
Merhum, AHMET ULUÇAY, Sinema yapmak için büyük bütçelere,ünlü oyunculara,hatta teknolojik oyuncaklara, büyük setlere, film çekim merkezlerine, olağanüstü masraflara gerekolmadığını bize “ Karpuz kabuğundan gemiler yapmak” filmiyle kanıtlamış bir Tavşanlılı ,Tepecik Beldesi sakiniydi.Mütevazi bir yaşam sürdü. Genç yaşlarda kaybettiğimiz bir değerdi.” Sıcak bir öyküyü inandırıcı biçimde anlatmak,iyi bir film yapmak için yeterlidir.” derdi. Ama bir de ilginç bir ifadesi vardı.” Sakın alçakgönüllü,amatör bir film beklemeyin.” demeyi de ihmal etmezdi. ULUÇAY, değme profesyonellere taş çıkartacak kadar yetenekliydi. Bugün birçoğumuz bu mütevazi,küçük dev adamı tam manasiyle anlayamamış olabiliriz. Tavşanlılı bile böyle değerli bir insana sahip olduğunu belki yeni yeni anlamaktadır. Ama artık Ahmet Uluçay bir hoş sedadır. Peki seda olarak mı kalsın? Hayır. Bence her yıl bir günde bu güzel insanı analım. Sadece aramızda anmayalım. Anmayı geniş tutalım. Bu gün ülke genelinde anılan bir gün olsun. Televizyonlar bu günde canlı yayın yapsınlar. Ahmet Uluçay gibileri asla ölmezler. Onları öldürmemek bizim elimizde. Biz üzerimize düşeni yapmalıyız.