21 Ekim 2022 - Cuma

GAZETECİ YILMAZ ÖZDİL

Yazar - Bülent Alpagut
Okuma Süresi: 15 dk.
442 okunma
Bülent Alpagut

Bülent Alpagut

- 05062218413
Google News

     SÖZCÜ  GAZETESİ’NİN  
KÖŞE YAZARI  DEĞERLİ    GAZETECİ YILMAZ ÖZDİL’E KATILIYORUM                               
                                                                                  

       GAZETECİ  Her gazeteyi okumalıdır. Ben bunu yapıyorum. Güzel de oluyor.  Sevgili Sözcü Gazetesi Köşe yazarı Yılmaz Özdil’in köşe yazısını okudum.Bir yerinde aynen:” Ermeni Tehciri üzerine sayısız film çekenler topluca imha edilmek üzere hedef alınan biz Türklerin bu zorunlu göçünün bir kez olsun filminin çekilmemiş olması,belgesel  hale  getirilmemesi,gerçekten de üzerinde düşünülmesi  gereken bir hadisedir” demiş.Yine  köşe yazısının bir başka yerinde.” Ayrıca,Yunan İşgali sırasında  yaşanan zorunlu göç trajedisinin  Milli Eğitim Müfredatında  asla yer almamış olması,neden yer almadığı,gerçekten üzerinde düşünülmesi  gereken bir hadisedir” diyor. Bu sözlere kim katılmaz? Bugüne kadar sahte dostluklar üzerine inşa edilen Türk-Yunan  ilişkilerinin şu son günlerdeki durumuna bir bakar mısınız? Diyorlar ki.” Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan’ Bir gece ansızın gelebiliriz’ demiş.Bence,  Bu ifade değerlidir. Nasıl Kıbrıs’a bir anda ,ansızın gidebildiysek, vatan topraklarımızın  birer parçası olan adalara da,kayalıklara da gidebiliriz. Yunanlılar, gasbettikleri bu vatan toprakları üzerinde  her türlü düşmanlığı yapıyorlar.  Onlara bir” dur” deme zamanının geldiğine ben de inanıyorum. Yok efendim,savaş yapabilecek bir durumumuz yokmuş. Bu millet  tarih boyunca   düşmanlarının hakkından gelmesini bilmiş bir  millettir. İşte en son 30 Ağustos 1922’de kazanılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi bunun en güzel örneğidir. 9 Eylül 1922’de denize  dökülen Yunan güçleri’nin    ayakkabıları,üniformaları,silahları bugün de  Ege Denizi’nin derinliklerindedir. Bu millet Yunan zulmünü sinesine mi çeksin? Bırakın başka bir yeri biz Kütahyalıyız. Kütahya  tarihinde görmediği   işgali  yaşamıştır. 15 Temmuz 1921, Ankara’da öğretmenlerin katılımıyla ilk Maarif( Eğitim) Kongresi toplanmıştı.  13 Temmuz 1921’de de Afyonkarahisar ve Bilecik Yunanlılarca  işgal edilmişti. 15 Temmuz  1921’de, Ankara’da Maarif( Eğitim)  Kongresi’nin toplandığı saatlerde Kütahya Önlerinde( merkeze 15-20 km mesafede)  zaten şiddetli  çatışmalar başlamıştı.  O gün,yani 15 Temmuz 1921’de aynı anda hem Bozüyük,hem de Tavşanlı Yunan Güçleri’nin eline geçmişti. Bu sırada Türk Ordusu’nun 4. Tümen Komutanı  Yarbay Nazım Bey dahil birçok subayımız,askerimiz  şehit düşmüştü. Tavşanlı işgalden tam 413 gün sonra 03 Eylül 1922’de , Kütahya merkez ve havalisi de  30 Ağustos 1922’de işgalden kurtulmuştu.  Ama gelecek kuşaklara şunu  dürüstçe ifade etmek zorundayız; Kütahya ve Havalisi ,ilçeleri, Bucak(belde) ve köylerinin  işgal güçlerine   direnememesinin rahat  hareket etme olanağının bulunmamasının tek nedeni, Kütahya’da ki büyük bir Yunan Gücü’nün   varlığıdır.Bu büyük gücün,Kütahya  Merkezi’nde  konuşlanması  da en büyük talihsizliğimiz  olmuştur. Ancak, Yunanlılar,  yeterince  hakim olamadıkları örneğin,  Emet ilçesi ve havalisinde ve bazı kesimlerde   kayıplar vermişlerdir. Bu da bir istisnadır. 
          Aynı  direnişi, maalesef Tavşanlı , Domaniç,bir başka ilçemiz olumsuz şartlar çerçevesinde   gösterememiştir.  Gücün olmadığı halde,  güçlü  bir  yabancı güce  saldırırsan , akıbetin,Yeldeğirmenlerine  merkebiyle saldıran  Don Kişot’ınkinin aynısı olur.
          KÜTAHYA, Ankara’da Maarif( Eğitim) Kongresi’nin yapıldığı sıralarda  ,Kongrenin 3. gününde  Yunanlılarca işgal edilmiştir.  Maalesef  Kütahyamız  bu günde   Yunan Bayrakları’yla  tanışmıştır. Maarif( Eğitim) Kongresi’nin 5. gününde,  Yunanlılar,( tümen,tugay,alay v.b)   insanımızdan arındırılan,boşaltılan  Eskişehir’e girmişlerdi. Aynı günün sonunda hem  Seyitgazi,hem Uşak ta düşmüştü.
         Şimdi okullarda öğrencilerimize  bunları anlatmayacak mıyız, Bilmesinler mi? Dizi film çekmekte mahir olan ülkemizin insanları neden  insanımızı acıtan işgal olaylarını  gösteren   diziler  yapmazlar ki?  Merhum dedem,Tuğbay Hasan Tahsin Bey, arkadaşları merhum  Ali Sait Paşa, Ali Hikmet Paşa,  Alman general  Otto Liman von Sanders  Paşa  ile beraber Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerin’deki  Ermenilerin yaptığı  insanlık dışı   olayları  anlatırken  ağlardı. Peki Ermenilerin yaptıklarını çocuklarımıza anlatmayalım mı?   Ben bile yıllar içinde okullarda Pön Savaşları’nı, Kartaca Savaşları’nı, Fransız İhtilalini, Osmanlı- İran arasındaki  savaşları,  bİrçok   savaşın sebep, gelişme sonuçlarını bile   öğrenenlerdenim. Sınıf arkadaşlarımca  adeta ezbere bilirdik.  Roma Orduları’na direnen 300 İranlı’nın filmini hiç   izleyeniniz oldu mu? Adamlar   adeta  bir mucizeye imza atmışlar.  Bugün Türkiye’de Amerika’nın   Afganistan’ı,ardından Irak’ı nasıl işgal ettiğini bilmeyen yok.  Dizi dizi filmler izliyoruz.  Keyif alıyoruz.  Ama  kendi gerçeklerimizi filmleştirememişiz. “ İstanbul’u elbette siz fetheyleyeceksiniz. Ne güzel komutandır o komutan,ne güzel askerdir o asker” iltifatına mazhar olmuş Fatih Sultan Mehmet  Han Hazretleri’nin ve şanlı ordusundaki yiğit askerlerin  ruhunu okşayacak bir  yapıtımız,bir dünyaca ünlü filmimiz var mı?Öyle  muhteşem bir filmi yapacak gücümüz,insanlarımız,sanatçılarımız yok mu ki bunu bugüne kadar gerçekleştiremedik?  Tarih kitaplarımızda  Yunanlıların,Ermenilerin, Rusların,hatta Müslüman kardeşlerimiz bazı  Arap Ülkesi insanlarının  askerlerimize,insanlarımıza  verdikleri zararları unutalım mı?   Bu millet dostunu da düşmanını da iyi bilmelidir.  Türk’ün dostunun az,düşmanının çok olduğunu gelecek nesillere de iyi anlatmalıyız. Ayıdan post, dünkü düşmanlarımızdan,bugün bize gülücük dağıtanlardan dost olmayacağını  bilmeleri gerekmez mi?. İzmir’e Yunan Askerleri’nin girdiği günde koşarak onları karşılamaya gelen  Metropoliti herkes bilmesin mi?”Bugün İsa’nın en büyük mucizesini  gerçekleştirdiniz. Bu uğurda  ne kadar çok Türk Kanı içerseniz,o kadar sevaba  girmiş olacaksınız.Ben bile  bir bardak Türk kanı içmekle, onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım”diyen, bu Metropoliti   öğrenmesinler mi?  Türklerin  boşalttıkları yerlere Yunanistan’dan  alel acele  getirtilen binlerce Rum’un nasıl yerleştirildiklerinden haberdar olmasınlar mı?Demografinin değiştirilmesine yönelik çalışmaları bilmesinler mi? Topraklarımızın,aziz vatanımızın Rumlaştırılmak istendiğinden habersiz mi olsunlar? Bana böyle bir yazı yazmamda ilham kaynağı olan sevgili   gazeteci  kardeşim  Yılmaz Özdil’e selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Ama yazıma son vermeden önce  bir hususa dikkat çekmek isterim;Hacı Bayram Veli ne diyor?” Hakk,kulundan intikamı,kul eliyle alır. İlm-i Ledün’ü bilmeyen ,bunu kul yaptı sanır” diyor ya. Ben de diyorum ki.” Allah, haddini bilmeyen,belasını arayan milletlere  de bir başka milleti  musallat eder”.                
        ULUSLAR ARASI   OKURYAZARLIK   GÜNÜ                                                                                                                         
           O kadar hafta ve gün kutlanıyor ki inanın bazen  ben de şaşırıyorum. Neden şaşırıyorum? Çünkü ben uzun yıllar öğretmen olarak hizmet verdim. Gerek haftalar gerekse günler bir elin beş parmağı kadardı
            En çok “Yerli Mallar Haftası”’nı  unutmadım. Bu haftanın kendi nevi şahsına münhasır bir önemi vardı.  Bu hafta geldiğinde sadece  öğretmen arkadaşlarım değil,tüm öğrencileri büyük bir heyecan sarardı.  Bu  haftanın bir gününde  sınıflarda ders yapılmazdı . Her sınıfta öğrenciler  bütün sıraları kocaman bir masaya dönüştürürlerdi.Evlerinden getirdikleri yerli mallarımızı bu büyük masaya özenle serpiştirirler ve sonra da  okulun tüm öğretmenlerini bu büyük masada ağırlarlardı. Büyük masanın üzerindekiler hep  yerliydiler.  Elma,armut,ahlat,taze ve kuru üzüm, fındık ,fıstık, ,ceviz,leblebi,kaynamış yumurta,peynir,lor, yoğurt,tereyağı, kaymak,  kurabiye, pestil,gözleme,mantı,taze biber,havuç,turp, yeşil zeytin,siyah zeytin, biber ve domates salçası, şekerpancarı, patatesli,peynirli,kıymalı börek, salatalık  ,domates, daha nicelerini seyrederken zaten doyardık.  Önce  masadaki mantı kaşıklanırdı. Sonra börekler ve gözlemeler yenilirdi.  Ardından ikram edilen çaylar yudumlanır ve ardından da isteyen istediğini sofradan alıp yerdi. 
             Bugün böyle bir gün  yapılsa  acaba masalardaki hangi meyveler,kuru yemişler, tahıl ve narenciye  sizce  yerli olabilirdi? Nohut,kuru fasülye,yeşil ve sarı,kırmızı mercimek, mısır,buğday,arpa,yulaf, yeşil elma, adını telaffuz edemeyeceğim meyveler(muz,ananas,greyfurt v.b) dışarıdan ithal ediliyor.  Leblebi tüketenler bile Bulgar Nohutu olduğunu bilmiyor. 
             Uluslararası  Okuryazarlık Günü  ne zamandır beri kutlanır bilmiyorum ama bu gün bana bir zamanlar Tavşanlı İlçesi’nde, Derecik Köyü İlkokulu’nda  Maden İşçilerine verdiğim  okuma-yazma kursunu hatırıma  getirdi. Bu kursun masraflarını GLİ Müessesesi karşılıyordu.  Oukam-yazma bilmeyen maden işçilerini  belli bir süre bu kursta yetiştirip,kendilerini okur-yazar yapmıştık. Birer diplomayla kendilerini  ödüllendirmiştik.  Çok ta iyi olmuştu.  Maden işçilerinin hepsi de kurs bitiminde bizlere teşekkür etmişlerdi.  GLİ   Müesesesi   bu konuda örnek bir  davranış sergilemişti. Tüm çabalara rağmen  okuma-yazma öğrenemeyen maden işçilerini okur-yazar yapmıştı. Bizlere de bu kurs nedeniyle bir miktar ödeme yapılmıştı.  Yani alan da memnundu,satan da.  Kurs geceleri yapılıyordu.  Birkaç saatlik bir süre içinde belli bir program çerçevesinde gereken yapılıyordu. Tüm çabalara  karşın,günümüzde okumaz-yazmaklık sorunu ülkemizin önemli sorunlarından biridir. 80 milyonu aşkın nüfusumuzun bir bölümü maalesef hala okuyamıyor ve yazamıyor.  Askeri Birliklerde “ Ali Okulları” sayesinde  birçok vatan evladı okur-yazar duruma getirilmiştir. Bu millete 45 günde Okuma-yazma öğreten ulu Önder Aziz Atatürk’ünr ruhu şad olsun. 
              İstatistiklerin  gizlediği asıl sorunumuz,vatandaşlarımızın çoğunun herhangi bir şeyi okuma konusunda isteksiz oldukları gerçeğidir.Okuma yazmayı  öğretmek kadar  sevdirmek konusunda  çabalarımız hız kesmeden devam etmelidir.  Merak ediyorum; Cumhuriyetimiz  29 Ekim 2023’te  acaba okuma-yazma  alanında yüzde kaçlık bir oranı yakalayacaktır.  Acaba  100  yaşına basacak  bir Cumhuriyetin  hala okuma ve yazma bilmeyenleri var mıdır?
               Örneğin Tavşanlı’nın Merkezyeniköy’ün’de  köy halkının tamamının okuma-yazma bildiğini söylesem buna inanır mısınız? İnanın. Çünkü doğrudur.  Bu köyümüzün güzel insanlarına  bir öğretmen  olarak  selam ve sevgilerimi sunuyorum.
               İsterim ki bu aziz milletin tamamı en azından  okuma-yazma bilsin. Dağdaki çobandan,deniz lerimizdeki balıkçıya,  yeraltındaki maden işçilerimizden, fabrikalardaki  bekçiye,  sokakta  atık madde toplayan garipten,  inşaat işçisine, garsondan,aşçıya, üretenden tüketiciye herkes okuma-yazma öğrensin. Okuma-yazma öğrenenler bir başkasını da okur-yazar yapsın.  Deneyim kazananlar,deneyimlerin,tecrübelerini i  başkalarına  da öğretsin. Halk Eğitim ve kurslar Müdürlükleri  açtıkları  kursların arasına mutlaka okuma-yazma kurslarını da eklesinler.  Merhum kayınvalidem  bahna her defasında  okuma-yazma öğrenemediğini anlatır,bunun ezikliği içinde olduğunu  htirirdi.  8 Eylül Uluslar arası Okuryazarlık Günü kutlu olsun.  Böyle bir günün varlığından habersiz olanların da kulakları çınlasın.  
     AHMET  ULUÇAY   HER YIL  BİR GÜNDE  MUTLAKA
                                                                 ANILMALIDIR 
             Merhum, AHMET ULUÇAY, Sinema yapmak için büyük bütçelere,ünlü oyunculara,hatta teknolojik oyuncaklara, büyük setlere, film  çekim merkezlerine,  olağanüstü masraflara gerekolmadığını bize “ Karpuz kabuğundan gemiler yapmak”  filmiyle kanıtlamış bir  Tavşanlılı ,Tepecik Beldesi sakiniydi.Mütevazi bir yaşam sürdü. Genç yaşlarda kaybettiğimiz bir değerdi.” Sıcak bir öyküyü inandırıcı biçimde anlatmak,iyi bir film yapmak için yeterlidir.” derdi. Ama  bir de ilginç bir ifadesi vardı.” Sakın alçakgönüllü,amatör bir film beklemeyin.” demeyi de  ihmal etmezdi. ULUÇAY, değme profesyonellere  taş çıkartacak kadar yetenekliydi. Bugün  birçoğumuz bu mütevazi,küçük dev adamı tam manasiyle anlayamamış olabiliriz. Tavşanlılı bile böyle değerli  bir insana sahip olduğunu belki yeni yeni anlamaktadır. Ama artık Ahmet Uluçay bir hoş sedadır. Peki seda olarak mı kalsın? Hayır. Bence her yıl bir günde bu güzel insanı analım. Sadece aramızda anmayalım. Anmayı geniş tutalım. Bu gün ülke genelinde  anılan bir gün olsun. Televizyonlar  bu günde canlı yayın yapsınlar. Ahmet Uluçay gibileri asla ölmezler. Onları öldürmemek bizim elimizde. Biz üzerimize düşeni yapmalıyız.      

                                                  

                            

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Tüm Yazıları