ARİFAĞA CAMİİ GİBİ BİR CAMİ’Yİ KOLAY KOLAY BİR
ARİFAĞA CAMİİ GİBİ BİR CAMİ’Yİ KOLAY KOLAY BİR DAHA GÖREMEYECEĞİZ

Bülent Alpagut
- 05062218413 ARİFAĞA CAMİİ GİBİ BİR CAMİ’Yİ KOLAY KOLAY BİR
DAHA GÖREMEYECEĞİZ
Akıl sır ermez bir şekilde koca bir camiyi kaybettik. Ne oldu? Nasıl oldu? Benim aklım ermiyor. Benim gibi nicelerinin de öyle. Allah aklımızı başımızdan almasın diyorum. Çünkü bu durumu maalesef bir türlü hazmedemiyorum. Son günlerde birçok dostumdan aldığım mesajlar var; hepsi de caminin minaresinin bari en azından kurtarılması yönünde. Bu minare bir şekilde korunmalıdır fikrine katılıyorum. Durursa birilerine batacak değil ya? Belediyemiz bir proje geliştirir ve bu tek minare gelecek kuşaklara bırakılabilir. Bunu da sevgili Belediye Başkanımız çözer diyorum. Böyle bir camiyi bugünün koşullarında Tavşanlılı kolay kolay yeniden yapamayacaktır. Bugünün parasıyle böyle bir Allah Evi’nin,caminin kaça malolacağını düşünebiliyor musunuz? Ekonomik koşullar eskisine nazaran kötü. Millet karnını doyurma çabasında. Bu arada Cumhuriyet Meydanı’na komşu Tekke Camii’nin yeniden inşasıyle ilgili bir çalışmanın olduğunu biliyoruz. Eğer böyle bir çalışma olgunlaşmışsa bana sorarsanız birkaç yüz metre mesafede iki camiye de gerek yok. Ya Arifağa yeniden inşa edilsin ya da Tekke Camii projesi hayata geçirilsin derim. Birbirine birkaç yüz mesafede iki cami hem estetik anlamda,hem gerçek anlamda uygun olmaz. Bakın bir de önümüzde Ulucami sorunu var. Bu tarihi yapı 1970 Gediz ve Havalisi depreminde ciddi bir hasar görmüştü. Camiyi bir uçtan diğer uca demir kuşaklarla desteklediler. Bu caminin nasıl ve ne zaman bir iyileştirmeye tabi tutulacağı meçhul. Gerekli önlemler alınmazsa Allah korusun,mazallah! Bu camimizi de yitirebiliriz. Tavşanlı konumu itibariyle artık camiye doymuş bir ilçedirCami yapmak marifet değil. Önemli olan camilere cemaat olayıdır. Hangi camimizi istisnalar dışında Allah aşkına! Doldurabiliyoruz?Sayın müftümüz ne düşünür bilemem,ama artık Tavşanlı cami açısından yeterli yoğunluğa ulaşmıştır. Yeni camilere ihtiyaç olacağını düşünmüyorum. İsterseniz gelin artık biraz da öğrenci yurtları yapalım. Gerekirse okullar inşa edelim. Bugün ulaşım zorluğu nedeniyle birçok insanımız evlerinde ibadet ediyor.Sadece imkan bulabilirse, Cuma namazı için evinden çıkıyor.Bu gerçeği kimse göz ardı edemez.
TAVŞANLILI TAVUK VE YUMURTA ÜRETİCİLERİNİ YENİDEN ESKİ
GÖRKEMLİ GÜNLERE DAVET EDİYORUM
Bir zamanların milyonla yumurta ihraç eden Tavşanlısı nerede? Yumurta ve tavuk üreticilerimize ne oldu? Evet kabul ediyorum; bulaşıcı kanatlı hayvan hastalıkları, ilaç yokluğu,elektrik fiyatları, ürtilen yumurtanın maliyetinin altında satılması,personel sıkıntısı,ulaşım sıkıntısı ,piyasa şartları tavuk ve yumurta üreticilerimizi derinden yaraladı. Bugün birçok üreticinin tesisini kaybettiğini,borçlandığını, destek alamadığı için bunalıma girdiğini,evini,aracını,tarlasını sattığını biliyorum. Ama Allah insanlara güç ve kudretinden vermiştir. Rızıklarını verse de onların çalışmalarını ister. Öyleyse bir ara sayıları 300’e yaklaşan(ilçe bazında9 tavuk üretim tesisleri yeniden bir şekilde hayata geçirilmelidir. Yumurta bundan böyle altın devrini yaşayacaktır. Çünkü insanımızın yumurtaya,beyaz ete ihtiyacı vardır. Tavşanlı da tıpkı Başmakçı gibi yumurtanın fiyatının tespit edildiği bir yer neden olmasın? Bugün artık yeni yeni üretim yöntemleri geliştirildi. Az personelle büyük tesisler yönetilebiliyor. Pazarlamada zorluk kalmadı. Hala insanoğlu bir yumurtayla karnını iyi-kötü doyurabiliyor. Yumurta on lira da olsa her zaman alıcı bulabilecek bir önemli gıda maddemiz. Tavşanlılı üretici inanın hapşırsın,her yer öksürür. Tavşanlılı bu işi iyi biliyor. Bunun deneyimini,tecrübesini kazandı. Bismillah diyerek yola çıkıldığında görülecektir ki herkes “ çok iyi oldu” diyecektir. Ben tavuk ve yumurta üreticilerini göreve davet ediyorum. Çünkü bu konuda artık bir başarısızlık söz konusu değildir. Bugün büyük kentlerde viyolü 100 liradan satılan yumurtaları alabilmek için halkımız sabah namazında kuyruğa giriyor. Ben hayatımda bir yumurtanın 5-6-7 liraya satıldığına tanık olmadım. 1962 yılında Tavşanlı’nın Derecik Köyü’nde öğretmenken bir yumurta 5-6 kuruştu. O zaman da iki yumurta insanın karnını doyuruyordu. Bugün de aynı . Tavşanlılı yıllar içinde ki bir ara 300 tavuk tesisine sahipti yumurtayı yeniden düşünmek ister mi? Yeterli deneyim,tecrübe ve bilgi mevcut.Tavşanlı7da tavuk ve yumurta üretimi için un var,yağ var, şeker var. Helvayı yapabilecek durumdayız. Bunun için öyle ahım şahım yapılara da gerek yok. Tam da yumurtadan para kazanma zamanıdır. İnanıyorum ki akıllı bazı hemşehrilerim bunu isterse yapabilirler. Yumurta artık bundan sonra geriye gitmez. Maliyetinin altında da satılmaz. Altın gibi değerini koruyacak bir gıda maddemiz olacaktır. Tavşanlı Ticaret ve Sanayi Odamız başta olmak üzere bazı STK’lar bence bu konuyu gündeme getirmelidir. İstenildiği taktirde yeterli teşvikler bile alınabilir. Yumurta aynı zamanda istihdam demektir. İşsizliği bir şekilde asgariye indirmek için de bir fırsat olacaktır.
BİZİM KUŞAK HER ZORLUĞU YAŞADI
Bugün hiçbir okulda bir öğretmen yazı tahtasını boyamak için birkaç yumurta sarısıyla,soba borusundaki kurumu karıştırarak tahta boyası yapmaz. Ben ve birçok arkadaşım özellikle köy okullarında müdür yetkili öğretmen olarak çalıştığımız yıllarda bu boyayı yapar,birleştirilmiş sınıf yazı tahtalarını fırça yardımıyla boyardık. Bu arada renkli tebeşir sorununu da kendimiz çözerdik; kumaş boyaları alır,sulandırır içine beyaz tebeşirleri atar renklendirirdik.
Birçok arkadaşım köylerde öğretmenken ilkel,sağlıksız odalarda kalırlardı. Çünkü lojman sayısı bir elin beş parmağı kadardı. Sadece aklımda kaldığı kadar, Ayvalı Köyü’nde , Derecik Köyü’nde, Çobanköy’de , Kuruçay’da, Tepecik’teki lojmanları anımsıyorum. Örneğin ben; Kayseri İli,Erkilet Bucağı Emmiler Köyü’nde Yd. Sb. Öğretmenken, lojman olmadığı için,köyiçinde bir odada kalmıştım.Odanın çatısı da yoktu. Kalın tahtalar üzerine toprak koymuşlar,bu toprağı tuzlamışlar, çatı oluşturmuşlardı.Yağmur ve karın ardından öğrencilerim bu odanın çatısına çıkar, “ Lo taşı” denilen yuvarlak bir taşı, bu tuzlu toprağı yağmur ve kar sonrasında sıkıştırırlardı. Odanın tavanından su inmesin diye sıkıştırırlardı.
Odamın tam ortasında bir köz ateşli tandırım vardı.Bu bir anlamda odanın tam ortasında kazılan bir çukurdu. Önce bu çukurun içine çalı,dal parçası,bulabilirsem odun atar köz oluştururdum. Bu köz çukurun dört bir yanını ısıtırdı. Kalorifer görevi yapardı. Soğuk kış günlerinde tek başıma yemek yerken ayaklarımı yarım veya bir metre derinliğindeki bu çukura,tandıra, uzatır ,sonra da dizlerimin üzerini bir örtüyle örterdim. Hatta siniyi dizlerimin üzerine alır,ılık bir ortamda yemeğimi yerdim.Daha önce yaktığım ateşin duvarlarını ısıttığı bu tandır keyfini bugünün kuşağı asla bilemez. Ekmek te hak getireydi; Yufka yapılır,tavana kadar üst üste konulur,üzeri örtülürdü. İcap ettiğinde birkaç kuru yufka alınır,bir temiz süpürge( yufka süpürgesi) ile üzerine su serpilir,bez arasında dinlendirilir ve avuçiçi kadar parçalar yapılır ve tüketilirdi. Yufka olunca çatala da gerek olmazdı. Yemeğin üzerinde bir küçük yufka parçası konulur,içine giren yemeği yerdik. Ben hayatında hiç yufka görmeyen,yufka yapmayan aile çocukları,Yd. Sb Öğretmen arkadaşlarımdan bazılarının yufkayı peçete sanarak dizlerine örttüğünü de bilirim.
Su olmadığı için evlerde mutlaka temin ettiğimiz çeşme,kuyu ve kar havuzlarından getirdiğimiz suları saklardık. Bazen içinde ince kılkurtları olduğu için bu suları mutlaka bir tülbent ile süzmek gerekirdi. Görev yaptığım okul ile evlerde alaturka tuvaletler vardı. İhtiyaç giderildikten sonra temizliğimizi bir ıbrık yardımıyle yapardık. O zamanlar bugün olduğu gibi kağıt havlu,mendil hak getire!... Allah bizleri korurdu; Çünkü su olmayan yerde bir hastalığın olmaması,görülmemesi sadece bir mucizedir. Hani bir yabancının dediği gibi.” Bizler “ yaşardık.
Bizim gençlik yıllarımızda fareler tıpkı kediler ve köpekler gibi aramızda dolaşırlardı.Her öğretmenin gerek oturduğu odada,evde,gerekse lojmanında kapan eksik olmazdı. Buzdolabı ve difriz gibi medeni beyaz eşya olmadığından teldolap yaptırırdık. Bunu da evin kuzeye bakan yönüne koyardık.Neden? Çünkü evlerin kuzeye bakan yönleri hep serin olur da ondan. Ben merhum babam Adana’nın o zamanki ilçeleri’nde(Kozan,Kadirli) hakimken çok küçüktüm. Birkaç kez akrep ısırdığı için ölümden döndüğüm anlatılır. Evimizin içinde cibinlik olurdu. Bu evlerin vazgeçilmeziydi,çünkü Sivrisineklerden korunmak için gerekliydi. Ayrıca cibinliklere ev yılanları,örümcekler, karasinekler,arılar ve diğer haşarat giremezdi. Yemeklerimizi ısıtmak için fırınlı kuzinelerimiz,sobalarımız, gazocaklarımız,mangallarımız vardı. Gazocağının memesi tıkandığında memeyi açmak için bir de ince telli bir aygıt bulundurmak şarttı.Aydınlanmayı,karpitle çalışan lamba, mum , gaz lambası,lüks ile sağlardık. Bazen bulunduğumuz ortam alacakaranlık olurdu; içeriye giren aile bireylerini yabancı,misafir sanıp selam verirdik.
Bizim kuşak tezek te yaktı. Geven denilen dikeni tutuşturmak için değerlendirdi. El feneri kullandı. Transistorlu radyo,akülü ,bataryalı radyo kullandı. Öküz,at arabası hep anılarda kaldı. Bizler yufka yedik. Ekmeğin olmadığı yerlerde çalıştık. Köyden şehre kamyon kasalarında yolculuk yaptık. Telefon yoktu. Mayetolu,dijital telefonlarla haberleştik. Telgraf diye bir şey vardı;ELT,Normal ve Yıldırım üç çeşitti. Bu da olmasa,Kızılderililer gibi dumanla haberleşmek zorunda kalabilirdik. Köy öğretmenlerinin hakları asla ödenmez. Bugün Büyükşehirlerde, Şehirlerde, Beldelerde çalışan öğretmenlerin köylerde zor koşullarda görev yapan öğretmenlere borcu vardır.Hele hele birleştirilmiş sınıflarda ( 1-2-3) sınıflar bir derslikte,(4-5) sınıflar bir derslikte ) olan okullarda öğretmenlik yaptılarsa,bunları kastediyorum, Köy öğretmenleri,köy imamları,köy muhtarları üçlüsü bulundukları yerleşim birimlerinin vazgeçilmezleriydi. Ben Kayseri’de,görev yaptığım köyde kız istemelerine,nişanlara,düğünlere ,hatim dualarına,mevlitlere ,cenaze törenlerine ,köy davetlerine katılan,yağmur duasına çıkan öğretmenim.Birçok arkadaşım da öyleydi. Bazen kız tarafında olurdum.Çeyizde, Oğlan tarafıyla pazarlık yapardım.Evlenecek gençkızın çeyizlerini üç aşağı beş yukarı fiyatlarla oğlan tarafına satardım. Zor koşullarda görev yapan köy öğretmenleri, Ramazan Ayı geldiğinde İftar yemeklerine kimlere gideceğini bile önceden bilirdi. Bu köylü yurttaşların bir hassasiyetiydi.
Bizim kuşak aşık oynadı. Çember çevirdi.Uzun eşek oynadı. Aç kapıyı bezirganbaşını oynadı. Körebe oynadı. Ata,merkebe bindi. Harmanyerinde düven sürdü. Orakla ot biçti. Saman arabasına saman attı. Okulunun dersliğindeki sobasını tutuşturdu.Yerinde derslik pencerelerinin camlarını öğrencileriyle birlikte sildi. Okulun çatısındaki kırık kiremitleri değiştirdi.Ağaç dikti. Ağaç budadı. Sebze yetiştirdi.Beslenme eğitimi programı çerçevesinde yurtdışından gelen süttozlarından süt yapıp öğrencilerine dağıttı. Okulun yakacak ihtiyacını karşılamak için yakın çevreden kuru odun,ağaç dalı,kozalak topladı. Ben ve arkadaşlarım parasız kaldığımızda her öğrenciden bir adet patates getirmelerini söyleyip,bunların yarısıyle patates baskısı yaptığımızı ve kalanını da bir şekilde yediğimizi anımsarım. Daha neler neler? Bunları anlatmaya kalksam sayfalar almaz. Bu nedenle bizim kuşak bugünün kuşağından farklıdır.