Seviyor mu Sevmiyor mu ?
Abdussamet Öztan
-Sevdiklerin arasından birisini seç ve bu seçeceğin kişi senin çok sevdiğin, kendisine inanılmaz değer verdiğin biri olsun. Mesela annen, baban, eşin, kankan; artık sen kimi istersen o olabilir. Öyle ki; ‘o istese dünyaları önüne sererim’ ve ‘bir dediğini asla iki etmem’ dediğin birisi olsun. ‘Onu o kadar çok seviyorum ki tarif edemem’ diyor ve onu sevdiğini her defasında dile getirmekten usanmıyor, onun için her fedakarlığı göze aldığını söylüyorsun. Gece, gündüz, kar, çamur, dağ, dere tepe düz gidiyor ve ‘engel tanımayan bir muhabbetle ona bağlıyım’ diyorsun!
Günlerden bir gün yine her zamanki gibi, günün yorgunluğu ve belki de işlerin fazlalığı belini bükmüş olacak ki, ayakta zar zor duruyorsun! Belini duvara yaslamışsın ve evin ziline güç bela basabiliyorsun! Uyku gözlerinizden akıyor. Eve girip bi ‘selam aleyküm’ dedikten sonra hemen üstünü başını değiştirip uyumaya geçiyorsun! Yatağının yerini dahi el yordamıyla güç bela bulabiliyorsun! Ertesi gün de mesai veya okul var. Eve de geç gelmişsin! Aman neyse dedin ve başını yastığa koyar koymaz uykuya dalıyorsun. Tam da uykunun derinliklerinde olduğun bir vakitte, birden telefonun ısrarla çalıyor. “Ya hu ben alarm falan da kurmamıştım ama, hayırdır inşaallah!” diyerek elini telefonuna attığında gözlerini şöyle bir kısıp bakıyorsun ki, o da nesi! O anda gözlerin şafak kesiliyor ve arayan kişi meğer: ‘CANIM!’ diye rehberinizde kayıtlı olan, hani o senin çok sevdiğin kişiymiş meğer.
Gün neredeyse doğmak üzere ki, sen tam da uykunun en tatlı yerindeydin belki de. Ama “Bu saatte aranır mı canım” demeyi bile ona hakaret sayarak: “Buyur canım benim, ne istiyorsun hayırdır inşâallah?” diyorsun. O da sana, senden bu vakitte istediği çok ama çok önemli bir şey olduğunu ve ne pahasına olursa olsun senin, kendisinin yanında olmanızı acil bir durum olduğunu söylüyor. O derece delicesine seviyorsun ki, birileri sana ‘seviyor musun onu?’ diye sorsalar bu soruyu saçma bularak: ‘Tabi ki canım, öyle soru mu olur saçmalama!’ diyecek kadar çok!.. Tabi her sevgi yürekten alaka ve ispat ister. Sen de vakitsiz saatte gelen bu çağrıyı reddedemiyor ve biricik sevdiğinin huzuruna varmak için düşüyorsun yola. Seven sevdiğini üzmez çünkü, değil mi?
Peki, şimdi size şöyle bir soru sorsam ve desem ki: “Allah’ı seviyor musun?” ya da şöyle desem: Allah’ı ne kadar seviyorsun? “Allah’ı seviyorum tabi ki de, öyle soru mu olur?” diyenler çıkacaktır elbet hatta bu soruyu saçma bulanlar da.. Peki, o çok sevdiğini söylediğin Allah, günün belli vakitlerinde seni yanına, huzuruna davet ediyor. Öyle zamanlarda çağırıyor ki seni, işinin en yoğun olduğu ruhunun daraldığı ve teneffüse pek çok muhtaç olduğun vakitlerde hem de! Bir de, belki de senin ‘en olmadık vakit’ diye düşündüğün ‘sabah namazı vaktinde!’. Peki zaman, mekan önemli değil deyip kalkıp gidiyor musun huzura? Gitmiyorsan eğer, nerede kaldı sevgi ve yürekten alaka? Hani çok seviyordun? Ne oldu şimdi, bir anda sevmekten vaz mı geçtin? Sevgi, ispat ister! Oysa ki o seni sevip, yokluk aleminden varlık alemine getiren ve tüm kainatı sana hizmetçi eden ve seni sevdiğini bu kadar nimeti, senin hiç ummadığın yerlerden göndererek gösteren Allah’a, “onu sevdiğimizi ve teşekkürümüzü ona göstermek manasındaki namaz kılmayı” çok mu görüyorsun? Yoksa SEVMİYOR MUSUN?
Şükür, verilen nimetin cinsindendir. “Şükrün envâı vardır” der Bediüzzaman Hz. Yani bin bir türlüsü vardır diye ifade eder. O nevilerin en camii, fihriste-i umumiyesi ise namazdır. Nasıl mı? Düşün ki kafede veya çay bahçesinde size çay söyleyen bir dostunuza çayı ısmarlamasından duyduğunuz memnuniyeti, sana ısmarlanan şeyin cinsinden şu şekilde ‘çay için teşekkür ederim’ diye teşekkür ederek dile getirirsin, değil mi? Aynen öyle de kul, namazında iken “bunlardan dolayı sana hamd ediyorum Rabb’im” manasında yerden, topraktan, dağlardan, hayvanlardan ve sair kainattan aldığı tüm nimetleri rükû, secde, kıyam ve sair namaz hareketleriyle temsil ederek ‘o nimetlerden dolayı olan şükrünü, minnettarlığını’ Cenab-ı Allah’a takdim eder. Vazife-i ubudiyeti, kulluğunu ifâ eder. Peki ya sen, neden kılmıyorsun? Ücreti, yani Cennet’i mi az geliyor?