13 Ekim 2020 - Salı
Aile içi huzursuzluk -1-
Yazar - Abdussamet Öztan
Okuma Süresi: 7 dk.
1213 okunma
Abdussamet Öztan
-Aile içi huzursuzluk -1-
Hepimizin kabuk bağlamaya bir türlü yüz tutamayan, kaşımaya kalksak hemen kanamaya başlayan bir yarasıdır “aile içi huzursuzluk”. Bazen eşler arasında, bazen çocuklarla; bazen de aileden biri gibi gördüğümüz, kardeşim dediğimiz arkadaşlarımızla aramızda bile olur. Peki bu huzursuzlukların bir çözüm yolu var mı?
Mesela, evladınız... Hafta içi okula veya hafta sonu kahvaltıya kaldıracaksınız. Ama onda hiçbir hareket yok. Evladınızın (bu, eşiniz de olabilir) uyandırılmayı sevmediği bir uyandırma tarzınız var ve üstelik ‘böyle yapınca nasıl olsa bir şekilde uyanıyor’ edasıyla o tarzda uyandırmaya devam ediyorsunuz onu. Tabi akabinde de, karşı taraftan uyku sersemliğini de katarak; ortaya karışık ve hiç beklemediğiniz söylemlerle karşı karşıya kalabileceğiniz bir durum ortaya çıkabiliyor, istemeyerek de olsa. Sert çıkışlar olabiliyor. Bu durumda şunu diyememeli: “Ne var bunda, uyandırıyoruz işte!” Çünkü muhatabın hoşuna gitmiyorsa, yapmamak lazım. Diyelim ki sıradan bir uyandırma yaptınız; hiç beklemediğiniz bir tepkiyle karşılaşabilme ihtimaliniz o zaman da var. Belki kötü bir rüya görmüş; ya da başından geçen bir hadisenin etkisinden hala çıkamamış olabilir. Veya espiri yapıyorsunuz, gülmüyor; konuşuyorsunuz, dinlemiyor gibi bir hali var. O anda hemen “seninle de şakalaşılmıyor!” demeyin. Malum, insanın bir günü diğer gününü tutmayabilir. Gelen bir telefon, bir kısa mesaj bile bazen insanın o anki dünya lambasının anahtarını kapatıp zifiri karanlığa gömülmesine sebebiyet verebiliyor. Belki gün içerisinde yaşamış olabileceği bir problem vardır ve birileriyle bunu paylaşıp el birliğiyle aşmaya ihtiyacı vardır.
İşte böyle bir tepkisizlik veya ters bir tepki hali gördüğünüz zaman, ÖNCELİKLE: Şakalaşma modundan çıkıp hemen ciddiyet gözlüğünü takının ve hemen ona bir sıkıntısı olup olmadığını sorun. Bunu sizinle paylaşabileceğini söyleyin. Genelde konuşmak istemeyebilirler, hatta yalnız kalmayı da tercih edebilirler. Tam da burada, karşımızdakini yalnız bırakmak gerekir tabi. Ama bu yalnızlık süresini çok uzun tutmadan yarım saat/bir saat aralığını müteakip, yanına gidip ona ciddiyetinizi tekrar belli ederek, size güvenebileceğini ve sıkıntısını anlatabileceğini söyleyin. Konuşmaya geçmeden önce de, muhatabınızın yanında iken onun gözü önünde “şu telefonumu bir sessize alıp interneti de kapatayım; şimdi tamamdır konuşabiliriz” diyerek dış dünyayla bağlantınızı kesin ki, karşınızdakine içindekileri dökebilmesi için güven verebilirsiniz bu teknikle.
Pedagog Sıtkı Aslanhan hocamın çok güzel bir tespiti vardı, ondan nakletmek istiyorum. Ailecek oturup birbirinizin gözünün içine bakabileceğiniz, bazı şeyleri konuşup paylaşabileceğiniz bir çay saatiniz olsun evinizde. İlla çay olmayabilir bu, meyve saati olsun, çerez saati olsun. Ama olsun! Bunu yarım saatlik bir süreden başlatın, sonra dilerseniz aile fertlerinin istekliliğine ve bu aktiviteye katılımlarına göre süreyi arttırırsınız. Eğer bunu bir yapabilseniz, oğlunuz (Allah korusun) uyuşturucu bağımlısı mı olacak, arkadaşları nasıl kimseler, kızınız sevgilisiyle kaçma planlarında mı, hangi içerikleri takip edip kimlere özeniyorlar, nasıl dejenere olabilmekteler, depresyona mı giriyorlar, hepsini ama hepsini anlayabileceksiniz.
Çocuklar da eşler de, hemen herkes de genelde dinlenilmediklerinden şikayetçidirler, bu yüzden çoğu zaman da dertlerini paylaşmak yerine biriktirirler. Tabi bir yerde mutlaka bir patlak veriyor ve hayat damarlarından bazılarında tıkanmalar meydana getirip, (Allah korusun) hayattan istifa etmeyi düşündürecek manevi krizler geçirmesine sebebiyet verebiliyor bu birikimler. Hele ki, dışarıdan baktığınızda veya uzun zamandır hoş sohbet ettiğiniz insanlarda gördüğünüz size normal gelen o mütebessim halleri, sizi onun hakkında “her şeyi çok iyi, baksana ne kadar mutlu” diye düşündürmeye itmesin sakın. Çünkü, insanların dışı güler ama içi belki de kan ağlıyordur, bilemezsiniz. O yüzden, bir süredir yanınıza gelip giden, sizi ziyaret eden insanlara bir derdi olup olmadığını bir çay-kahve teklifiyle başlatıp konuşturmaya çalışın. Bir süre sonra buzlar çözülecek, dertler belirecektir. Efendimiz (sav)’den bilmanâ rivayet var: “Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenmeyen, bizden değildir.” Kardeşimiz o bizim! Onun derdini dinlemeyeceğiz de kimin derdini dinleyeceğiz, değil mi? “Benim elimden ne gelir ki” diye düşünmeyin, çünkü elinizden gelen en isabetli ve en değerli şey; o an karşınızdakini muhatap alıp ona değer vermek değil midir sizce de? Dertler paylaşıldıkça artmaz, aksine azalır. Çünkü dertlerin geneli, içinde biriktirme ve kimseye anlatamamaktan kaynaklanabilmekte ve boynuna takılı zincir gibi, kişileri çamura batmış gibi daha da batırmaya sürüklemektedir. “Benim kendi derdim bana yeter” de demeyin! Çünkü karşınızdakini dinlemek, inanın size de faydası olacaktır ve göreceksiniz ki sizin dert diye içinizde sakladığınız dertler de aslında ne kadar da küçük kalıyormuş, karşınızdaki muhatabın derdinin yanında.
Son olarak; internette özellikle Allah dostu zatlara ve sahabe efendilerimize(r.anhüm) atfen bir çok söz paylaşılıyor. Hangisi gerçekten kime ait bilemiyoruz tabi. Ama bazı sayfalar, içerik sıkıntısı yaşadıkları için bazı afilli sözlerin altına özellikle bu kudsi zatların isimlerini iliştirerek içeriklerine etkileşim sağlamak amaçlı paylaşmış olabilme ihtimallerini de göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum. (bu cümle, tek nefeslik uzun bir cümle olmuş şimdi okuyunca fark ettim :) O yüzden, “her sözü kalbe almamalı; hakikat telakki etmemeli.” Mesela bunlardan biri: “Derdini insanlara anlatıp da, dermanından da olma” derler. Kimin sözü bu bilmiyorum, lakin bu söz bana göre tamamen değil kısmen doğru. Elbette ki insanın tek sığınağı ve melce’i biricik Rabbisidir; kaldı ki her hayır onun yanında her anahtar onun katındadır. Açılmaz kapılar, onun izin ve iradesiyle açılır. Lakin, Rabbim bu dünyayı darül-hikmet kıldığı için şifayı ilaca, doktorun teşhisine; meyveyi kupkuru toprağa sakladığı gibi, derdimizin dermanını da bir kulunun iki dudağı arasından gelecek bir çift kelama sığıştırabilir. Bilemeyiz değil mi? Çünkü Allah hakim-i mutlaktır. Hikmeti gereği, bize gelenleri dinlememiz ve bizim gittiklerimizin de bizi dinleyenler olması gerekir ki; akabinde Rabbimize yalvarmalı ve tevekkül ederek neticeyi hayırlısıyla Allah’tan beklemeliyiz. Vesselam.
Yorumlar (0)
Tüm Yazıları