Dinci=OUT, Dindar=IN
Abdussamet Öztan
-Bir de bu çıktı, bilmiyorum sizin etrafınızda böyle diyenler var mı ama; bize yine @RisaleOfis üzerinden gelen mesajlardan gördüğüm trajikomik bir durumun kritiğini yapalım istedim bu hafta sizlerle. “Yine ne diyorlar! :)” dediğinizi duyar gibiyim! :) Diyorlar ki: “Dindar ol, dinci olma” diyorlar. Ya da şöyle diyorlar: “Dindar adamı severim. Ama dinci dedin mi, bak orada duracaksın! Dinciyi hiç ama hiç sevmem!”
Farkettiyseniz iki cümlenin de günah keçisi ‘dinci’ kelimesi ve dinciler(!) Bunu söyleyenin kafasıyla bi an düşüneyim ve düz mantık bakayım bir seferliğine de olsa dedim ve düşündüm ki: Hani turşu satana turşucu, simit satana simitçi denirse; o zaman “dinci de, din mi alıp satıyor yani ne ya hu!” :) Baktım, beyin error verdi :) Sonra dedim ki kendi kendime; kendine gel! Peki nasıl geleyim? Yine dedim ki Kur’an’la gel! O zaman gelin, Kur’an’la yine kendimize gelelim.
Önce karşı tarafı tabi iyice bi dinlemek lazım, gerçekten ‘dinci’ ve ‘dindar’ ile kastettikleri mana nedir ve neden birini seviyor diğerini sevmiyorlar, bunlar ayrı kimseler midir? Sordum, dedim ki: ‘Kime dindar dersiniz?’ Dediler ki: ‘Dinine bağlı, dinini yaşayan emirlerini yerine getiren, getirmeye çalışandır’.. (Vallahi adam haklı!) Peki senin sevmediğin hani o ‘dinci kimdir, kime dinci dersiniz?’ Dediler ki: ‘Bu adam da dinine bağlı, dinini yaşayan bir insandır ama, bu dinciler var ya bu dinciler; kendi yaşadığı yetmezmiş gibi sana da bir şeyler anlatma, söyleme gayretindeler. Ne gerek var ki buna, kendin yaşa işte dinini kim karışır ki sana?” cevabını aldım. Hımmm, şimdi hacı abi; sen dindar diye kime demiştin? “Dinini ve emrettiklerini yaşayana!” Dedim doğru, bir cihette de ehl-i takva denir böyle insanlara. Ama dur, senin aklını karıştırmayayım şimdi takva falan derken, onu da yanlış anlama! :) Peki dinci dediğin adamın yaptığı neydi? Bu adamın hani senin gözüne batan hoşuna gitmeyen; sana din namına, Kur’an namına bir şeyler söylemeye, kısaca Hakk’ı ve sabrı tavsiye edip, iyiyi tebliğ edip kötüden menetmeye çalışması, yani kısaca inandığı o dininde emrolunan şeyi yapıyor ve bunu böyle yapmakla da dinini yaşamış oluyor, bunu biliyor musun? Dedi ne alaka? Bak kardeşim alaka şu ki:
Dinin emrettiğini yapmak demek madem ki dinin evâmirini imtisal etmek demek ise; işte dinin evâmirinden olan “Hakk’ı ve sabrı tavsiye etmek” Asr Suresi-3’de emredilir müminlere. Yine “iyiyi emredip(yani tebliğ edip) kötüden menetmeye çalışması” da yine Tevbe Suresi-112’de emredilir. Ayrıca tüm bu yaptıkları da “senin vazifen tebliğdir manasında” Maide Suresi-99’da emredilir. Yani adamın yaptığı şey şu ki, birebir dinen yapması gerekeni yapıyor bu adam.
Bu sefer de şöyle diyorlar: “Ne gerek var ki, bizim zaten diyanetimiz yok mu; yani onlar zaten resmî olarak yapıyorlar. Madem bir şeyler yapmak istiyor, o zaman gitsin imam olsun, vaiz olsun, müftü olsun” Ya hu değerli kardeşim, bak bunu bir zamanlar Kur’ana ve imana hizmet gayesiyle çıktığı yolda; sürgünler, işkenceler, hapisler gören Bediüzzaman’a da demişler. Bak şimdi sana, onun bu benzeri durumda hislerine tercüman olan aynı satırlarla konuşayım. Şöyle ki: “Hak ve hakikat, inhisar altına alınmaz! İman ve Kur’an, nasıl inhisar altına alınabilir?(yani nasıl sadece resmiyete indirgenebilir?) Dünyanın kanunu, usulü inhisar altına alınabilir. Fakat hakaik-i imaniye ve esasat-ı Kur’âniye resmi bir şekilde dünya muamelatı suretine sokulamaz!” Yani demek istiyor ki; hakaik-i imaniye ve esasat-ı Kur’âniye’ye hizmet olan tebliğ, emr-i bi’l ma’ruf resmiyete indirgenemez. Çünkü mümin olan her erkek ve kadına FARZ olan bir vazifedir, ki Kur’ân’da açıkca emredildiğini de yukarıdaki ayetlerden elbette anladık.
Öyleyse, şimdi sonuca gelelim: Dinini yaşamak, elbette ki Allah’ın emridir. Çoğu insanın deyimiyle de dindarlıktır. Ama dinini insanlara tebliğ etmek de, dinini yaşatmaktır ki bu da Allah’ın emridir. Bu ise dincilik değil, dindarlığın ta kendisidir! Bu kimseler dinci şucu bucu diyenler de; ya gerçekten bilmiyordur, ki yukarıdaki izahatımızdan artık işin hakikatini öğrendi. Ya da amacı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir ki; biz de deriz ki: “Kur’ân yıldızlarına perde çekilmez, gündüz vakti gözünü kapayan ancak kendine gece yapar.” Afedersiniz ama; yarasalar ışığı sevmiyor diye, güneş doğmaktan vazgeçmez! Vesselam!