18 Şubat 2021 - Perşembe

Ben bu hatayı nasıl yaptım? (#sıradışı)

Yazar - Abdussamet Öztan
Okuma Süresi: 8 dk.
1022 okunma
Abdussamet Öztan

Abdussamet Öztan

-
Google News

               Ben bu hatayı nasıl yaptım? (#sıradışı)

Merhabalar değerli dostlar. Geçmiş, nadiren de olsa kendisine hasret kalınmakla birlikte; çoğu zaman ise can acıtır, ahlar vahlar çektirir, saç baş yoldurur ve yeri gelir ‘keşke hiç yaşanmasaydı, aldığım nefeslerden olmasaydı o nefesler’ dedirtir insana değil mi? Ama geçmiş işte, çoğumuzun yakasını kolay kolay bırakmıyor, bıktırıyor ve yeri geliyor yıldırıyor. Hele ki geçmişte yapılan hatalar olunca…

 

Bazı zamanlar bu yönde mesajlar aldığım oluyor. Geçmişiyle olan hesaplaşmalarını bir türlü bitiremeyen, geçmişte yaşadıkları şeyler bozuk kaset misali takılı kalıp hazır gününü mahveden, geçmişiyle uyuyup geçmişiyle uyanan çokları var. Geçmişte yaşanan acı bir deneyim, her ne kadar uzaktan bakıldığında hayata kocaman bir eksi imiş gibi görünüp keşke hiç yaşanmasaydı o zamanlar dedirtirken insana, bunun tam tersi olarak o insanın geçmişindeki o kötü deneyim; insanın ona bakış açısına, baktığı gözlüğüne göre de aslında şu anki hayatına katacağı değeri büyük oranda etkiler. Yani aslına bakarsanız, geçmiş o kadar da kötü bir zaman değildir. Yaşanan bir acı deneyim, tatlı bir dokunuş meydana getirebilir şu ânki yaşantımıza. Hem neden olmasın ki? Bu insanın elinde! Bunu bir hadise ile örneklendirmeye çalışayım sizlere. Örneğin; geçmişte meydana gelen bir borç düşünelim. Ama öyle normal yollardan oluşan bir borç olmasın bu. Ödenmesi bir yana, manevi ağırlığı olan bir borç olsun bu. Ve bu ağırlığı sebebiyle intiharı akla getiren bir borç… 

 

Bana gelen mesajlardan yola çıkarak örneklendirmek isterim. Önceleri gayet mümin standartlarında bir hayatı olup da sonraları gerek internette karşısına çıkan reklamlar, gerekse de arkadaş çevresinin teşvikleriyle girdiği bazı bahis ve gazino tarzı sitelerden; ilk başlarda az atıp güzel kazanıp, sonrasında daha çok atıp daha çok kazanacağım diye planlarken, aksine batmaya başlayan… Ardından da battığını kurtaracağım derken bu sefer de -sitenin bir tür yazılım olup program sistematiğinin tuzağına düştüğünü fark edemeyerek- daha büyük oynayıp daha da batan insanlarla tanıştım. Ve işin sonunda diyorlardı ki: “Abi, ben böyle bir yanlışa nasıl düştüm? Hiç böyle biri değildim, kahvehanede çay içerken bile oyun oynayanlara bakmayan biriydim. Ama ben ailemin, çoluk çocuğumun rızkını yatırdım bu lanet sitelere. Şimdi ise, ne eşim ne çocuklarımın nasıl bakarım yüzlerine?” gibilerinden düşünerek maalesef kendilerine bu geçmiş deneyimi yediremeyip, bu işin borcunun ödenmesi bir yana; bu işin manevi ağırlığı ve pişmanlığı sebebiyle intiharı düşünüyorlardı.

 

Hatırlayın şimdi… Yusuf’u (as)…  Onu nefsiyle baş başa bıraktırıp onu tuzağa çeken şeytan, bize neler yapmaz ki? Ama hatırlayın, o meşhur olayın akabine ayette aktarıldığı üzere “illâ mâ Rahime Rabbî” diyen Yusuf (as)’ı... Yani insan, elbette adı gereği unutur, unutkandır. Beşerdir şaşar deriz ya, potansiyel bir hata makinesidir insan. Fıtratında vardır bu çünkü. Bu makinenin başında ie 7/25 görevinin başında olan iki görevli vardır: Nefis ve şeytan. Yani, zaman sınırlarını aşan bir görev aşkıyla; bizim her anımızda bizi tuzağa çekme ve zokasını yutturma savaşında olan iki oyuncu. Bize oyun oynama derdinler her daim. Bazen biz bu oyunu fark edip dönebilirken, bazen de fark edemeyebiliyoruz işte, bize altın tepsilerde takdim edilince bu zokalar, zehirli bal misali. Ve başlarda tatlı gelip sonralarında ise yaşanan sancılar insana “Ahh! Vah!...” dedirtiyor. İşte tam da burada, iş işten geçmemiş oluyor! Ne olursa olsun, geçmişe hayıflanıp keşke deyip durmak, şu anki zamanımızı ve anımızı zehire çevirmekten başka bir işe yaramıyorsa, o zaman yapılması gereken şey bu değildir aslında. Peki nedir? “Öncelikle bu hataya tevbe etmek, ardından da bir daha da bu hataya düşmemek adına kendimizi manen daha donanımlı hale getirmeye başlamak!” Çünkü hepimiz günahkârız ve her daim günahkâr adayıyız. Ve günahkârlar da Allah’ın kulu, Allah onları gözden çıkarmadı ki hiçbir zaman? Gözden çıkarmış olsaydı biz günahkârları, bir nefesi bile bize çok görmez miydi? Rabbimin “Ey nefislerine zulmederek haddi aşan kullarım” dediği kullarındansın sen! Dikkat et “kullarındansın halâ!” Çünkü müjde var sana! Ne diyordu Mevlâ? “Ey haddi aşan KULLARIM…” Rabbin çizdiği haddi, hududu, sınırı aşmış olabilirsin… Ama devamında nasıl sesleniyor peki Yaratan bu kullarına? “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, o çok bağışlayandır merhamet edendir.”

 

Gelelim işin maddi boyutuna. Elde olmayınca 100TL’yi ödemek bile dağ gibi zor gelir insana; ama isterse bu borç yüklü miktarda olsun… Farketmez. Basit bir işle de olsa bir şekilde yemekten-içmekten kısılır, giyimden kuşamdan artırılır ve ödenir kardeşim elbette. Değil mi? Az da öz de olsa, uzun da sürse ödenir kardeşim. Bu konuda da ümitsizliğe gerek yok. Çünkü sen pişmansın, bu pişmanlığını onların dua ve desteklerini almak için ailene açarak halk katında; hem de Rabbin katında dile getirdin, tevbe ettin bir kere. Yanlış bir yola girdiğini, er ya da geç fark ettin ve doğru yola yöneldin ya bir kere!... İşte tam da burada, ben bu hataya nasıl düştüm deyip de sanki sen hiç bir zaman düzlüğe çıkamayacak ve hiçbir şey eskisi gibi olamayacakmış gibi düşündüren iç sesini dinleme kardeşim! Çünkü sana içten içe suflörlük yapan ŞEYTANın sesi bu! Allah’ın rahmetinden de, inayetinden de ümit kesmemek gerektir, çünkü mümince bir duruş ve yaşayışın da ta kendisidir bu. Rabbim buyurmuyor mu ki, “bizim yollarımızda olanlara (cihad edenlere) yollarımızı açar gösteririz” diye. Ee o zaman? Bu umutsuzluk sana hiç yakışıyor mu kardeşim? Rabbim vaad etmiş, yollarımı açarım diye. Sen yeter ki yola çık, çünkü yol açık ve daha da açılacak Allah’ın izniyle. Ümit imandan, ümitsizlik ise şeytandandır.

 

Mevlana’nın “Dün dünde kaldı cancağzım; şimdi yeni şeyler söylemek lazım” dediği gibi; gerçekten yeni şeyler söylemek lazım. Şimdi en iyi söylenecek şeyler ise, en iyi şu ikili olur sanırım: “Geçmişe istiğfar, geleceğe ise Bismillah!” Çünkü Bismillah, O’nun adıyla olduğu için her hayrın da başıdır, baş anahtarıdır. Çünkü açılmaz zannolunan kapılar kapalı yollar O’nun adıyla açılır; ağaçların ipek gibi yumuşacık kök ve damarları, sert taş ve toprağın arasından yol bulur… İbrahim’i (as) yakmaz ateş… Bıçak kesmez İsmail’i (as)… Öyle ise, haydi bismillah! Gayret senden, inayet Allah’tan!...

 

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Tüm Yazıları