09 Ağustos 2017 - Çarşamba

Allah'ı ispatla diyene kılı. çekti!

Yazar - Abdussamet Öztan
Okuma Süresi: 6 dk.
2362 okunma
Abdussamet Öztan

Abdussamet Öztan

-
Google News

            Birisine İslâm, Allah, Kur’an hakkında bir şeyler anlatmanız gereken bir durum olsa, söze nereden başlardınız? Ya da diyelim ki, birisi sizi böyle bir muhabbetin olduğu ortamna çağırsa.. Ya da muhabbeti döndürüp dolaştırıp, onun tabiriyle ‘Allah’ın inkârına’ getirmeye çalışsa.. Görmediğim Allah’a nasıl inanayım? Haydi bana Allah’ı ispatla dese? Ne yapardınız?

            Günümüzde bunu 100 kişiye sorsak, sanırım şu 100 klasik cevabı almamız kaçınılmaz: “Ağzının ortasına iki tane çaktım mıydı, görürsün Allah var mıymış yok muymuş!” :) Yani belki de bir çoğu, hemen adama kılıcı çeker! :) Be mübarek adam! Tamam nefis ve şeytanla cihad içindesin anladık; ama, sen de adama şeytan olmayasın ha sakın bu halinle! :) Ya adam senin yüzünden dine, Allah’a küserse en kötüsü de Allah korusun senin bu tavrın sebebiyle iman etmeyip, imansız olarak kabre girerse? Onu o zaman düşünürüz deme, şimdiden düşünesin diye zaten bu yazıyı yazıyorum! Bunun doğrulunu, yanlışlığını izah etmeye gerek yok. Aklın yolu birdir ki böyle bir yaklaşım, Müslümanlığın ve İslam’ın raconuna terstir!

            Peki ne yapmalı? Diyelim ki soru bildiğimiz yerden. Ama önce şunu hatırlamamız gerekir ki; nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez sırrınca, önce bir kendimizi ıslah etmemiz gerek bu gibi konularda. Kendimiz için! Bediüzzaman Hz. der ki: Mürşid-i âlim koyun olmalı, kuş olmamalı! Yani şu demek: Koyun yavrusuna safi ve deyim yerindeyse işlenmiş sütü verir. Ama kuş, yavrusuna kursağındaki kusmuğu verir. Yani illa ki ‘birilerine denk gelirim de soran çıkarsa cevap vereyim’ diye değil, sırf kendi imanını o gibi konularda mutmain bir seviyeye çıkarmak için kendi nefsimizi, özellikle de imanî konularda her daim ıslah etmeliyiz. Soru eğer bilmediğimiz yerden gelirse ne olursa olsun cevap vermeye, karşıdakini mat etmeye veya gözünü mor etmeye çalışmak da tabi lüzumsuz olup, mukteza-yı hâle mutâbık hareket etmek demek olan belâgata tersdir. Kanun-u  fıtrata ise, bütün bütün terstir. Nasıl ki bedenimiz fıtrat ve yaratılışı gereği, kendine lüzumu olmayan şeyleri  bağırsak ve böbrekler yoluyla dışarı atar, kabul etmez. Bizim de muhatabımıza karşı sergileyeceğimiz böylesine bir tutum, onun aklındaki soru işaretlerinin artık onun kafasında örümcek ağları oluşturmasına, kişinin İslamiyet ve Kur’an’a karşı olan buzlarının daha da buz kesmesine sebep olması kaçınılmaz olur, Allah muhafaza!

            Daha daha? Ata et, arslana ot atılmaz ve atılmamalıdır. Kafaya göre traş, kanun-u fıtrata göre hareket etmek gerekir ki. Yani muhatabına göre konuşmak lazım ki, buna aynı zamanda hikmetli hareket de denir. Şöyle ki: Bir üniversite amfisinde akademik anlatım yapan profesör, her ne kadar isminin ön ekinde prof. doç. vb. terimler olsa da, karşısındaki muhatabı eğer ki bir ilkokul öğrencisi veya küçük bir çocuk ise, çat pat konuşması ve onun anlayacağı dilden ve örneklendirme yöntemiyle anlatması gerekir. Tıpkı Kur’ân’da yüce Rabb’imizin bize yaptığı gibi. Ve tabi ki de ‘sen çocuksun, daha bu mevzulara aklın ermez’ veya ‘sen daha dün ne pis işler peşindeydin, şimdi mi aklına geldi bunlar’ vs. deyip de kimse önyargılarla geçiştirilmemeli!

            Diğer bir önemli husus da, kesinlikle ama kesinlikle muhatabı kâ’le alın! Nasıl ki biri size ‘bugün seni rüyamda gördüm’ dese, o an neyle uğraşırsak uğraşalım hemen bırakıp, sırtımız dönük bile olsa hemen kendi eksenimiz etrafında yarım bir tur atıp ‘ee, anlat bakalım’ diye alakadar oluruz. Aynen öyle de; biz de, muhatabımızın kim veya geçmişinin ne olduğununa vs. bakmayarak, yüzüne bakarak onu dikkate aldığımızı göstermeliyiz. Hele ki cevabını bildiğimiz bir soru ise kesinlikle geçiştirmemeli ve karşımızdakini kırmayacak bir şekilde, sorduğu sorunun cevabını; hele ki Kur’ân ve hadis-i şeriflerden, tefsirlerden yerlerini göstererek izah etmeye çalışmalıyız. Çünkü satırı satırına kitâbî olmak, muhatabımızda bizim işkembeden sallamadığımızın, delillerimizin kaynaklara dayandığının güvenini verecektir! Bilmediğimiz bir mevzu olduğunda ise; ‘sorduğun konuyla alakalı bilgim yok, ama araştırayım ondan sonra hem çay içer hem muhabbet eder, konuşuruz bu konu hakkında olmaz mı?’ gibilerinden kırıcı olmayan ve tamaman yapıcı olan bir dil ile karşımızdakini, her halükârda dikkat aldığımızı hirmeliyiz.

            Âl-i İmran 159’daki ‘kaba ve katı yürekli olsaydın, etrafından dağılıp gitmişlerdi’ ayetini, hatrımızdan çıkarmayalım! Sebep olan, yapan gibidir. Unutmayalım!

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Tüm Yazıları