19 Şubat 2018 - Pazartesi
İMAMIN YAPTIĞI ŞOK HAREKET
Yazar - Abdussamet Öztan
Okuma Süresi: 5 dk.
2393 okunma
Abdussamet Öztan
-Bu hafta sizlerle bir hikaye paylaşmak istedik dostlar! Büyük iSLAM alimlerinden, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe'nin bir hikayesini. Ebû Hanife’nin 8.’nci yüzyılda yaşadığı bildirilmektedir. İmam-ı Azam ilim ile uğraştığı, talebeler yetiştirdiği ve bunun yanında ticaretle de uğraştığı, varlıklı bir insan olduğu da bilinir.
İmam-ı Azam gündüzleri öğle vaktine kadar mescitte talebelerine dersler verir, öğleden sonraki zamanını da ticari işleri ile uğraşmaya ayırırdı. Bir gün yine mescitte talebeleriyle ders esnasında iken, bir adam mescidin kapısında durur ve telaşla: “Ya İmam! Gemin battı, gemin!” der (İmam-ı Azam’ın ticari mallarını taşıyan gemileri de mevcut) İmam-ı Azam “Elhamdülillah” dedi, elini göğsü üzerine tutarak! Sonra hiç istifini bozmadan, talebeleriyle olan dersine devam etti. Bir müddet sonra aynı adam, yine telaşla mescidin kapısında biter ve der ki: "Ya imam! Kusurum afvola! Duyduğum haberi, tetkik etmeden hemen sana yetiştirdim. Hakkını helal edesin, batan gemi senin değilmiş!" der. Ebu Hanife, bu yeni gelen havadis üzerine de yine: "Elhamdülillah!" der elini göğsü üzerine tutarak!
Tabi bu durum, haberi getiren adamın da hayretini celbetti ve adam İmam'a dedi ki: "Ya imam! İlk geldiğimde sana "senin gemin battı" diye haber getirdim, "Elhamdülillah" dedin. Az önce de "batan geminin seninki olmadığını" söyledim sen bu sefer yine "Elhamdülillah" dedin. Bu nasıl hamdetme böyle? Anlamadım." der. Bunun üzerine İmam-ı Azam Ebu Hanife Hz., durumu şu şekilde izah eder: “Sen ilk haberi getirdiğinde kalbimi yokladım. Baktım ki, dünya malının gitmesinden dolayı en ufak bir hüzün yoktu. Bu nedenle Allah'a hamdettim. İkinci haberi getirdiğinde de yine kalbimi yokladım. Baktım bu sefer de, dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde en ufak bir sevinç yoktu. Her iki halde de dedim ki: Veren de o, alan da! “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn”, “elhamdülillahi alâ külli hâl” dedim ve Allah'a şükrettim!” der. Şimdi bu hikayeden yola çıkaraktan, hakikate yol alalım gelin beraber!
Bu gibi hadiseler “ah yazık, vahh yazık başına neler gelmiş mübareğin” diye sinema filmi izler gibi izleyelim, dinleyelim diye anlatılmaz! Peki napıcaz? Yani bizim de gemimiz mi batacak da o zaman nasıl bir duruş sergilememiz lazım, buradan çıkarmamız gereken ders bu mudur yani? Tabi ki değil! Aslında İmam-ı Azam kadar olmasa da, hepimizin gemilere sarsak taşıyamaz dediğimiz dünya yüküyle derdimiz var! Her şey üst üste geliyor değil mi; “neden ben ya, hep mi beni bulur ya!” dediğimiz. Bakın kardeşim, şimdi size Kuran tefsiri Risale-i Nurlar’dan Lem’alar isimli eserden 2.Lem’adan kısa bir yer aktaracağım ve bu derdine, sıkıntına merhemi onun vesilesiyle yine Kuran eczanesinde bulacak ve tedavi olacaksınız inşâallah. Devamını kendiniz internetten indirip okursunuz.
Bakın diyor ki Bediüzzaman Hz.: “Dini olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânidir(yani hatırlatmadır). Nasıl ki, çoban gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır. Memnunâne dönerler. Aynen öyle de, zahiri musibetler vardır ki; ilahi birer ihtar, ikazdır. Bir kısmı kefaret-üz zünubtur(günahının affına vesiledir).” Çünkü musibetler birer kamçıdır, seni huzurdan ve sırat-ı mustakim yolundan uzaklaşmana Rabbin razı değil ve senin tekrar yoluna, huzuruna çekmek istiyor Rabbin! Bunun için sana küçük bir taş attı diye; bu seni sevmediği ve senle uğraştığı manasına gelmez, seni ne kadar çok sevdiğini ve seni dünyaya bırakmak istemediğini gösterir. Çünkü Mü’min bilir ve bilmelidir ki; ayette geçtiği gibi, “Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde de hayır vardır.” Elhamdülillah alâ külli hâl!
Yorumlar (0)
Tüm Yazıları