18 Haziran 2017 - Pazar

Perdeyi arala şavk gelsin

Yazar - Abdussamet Öztan
Okuma Süresi: 6 dk.
2703 okunma
Abdussamet Öztan

Abdussamet Öztan

-
Google News

    Sabah uyandığınızda ilk yaptığınız şey nedir? Önce bir etrafımıza kısık kısık bakarız değil mi, gözleri şöyle bir kısar etrafı süzeriz. Sonra elimizi yüzümüzü yıkarız. Peki karanlık bir odada sabah uyandığınızda ne yaparsınız? Tabi ki herkes gibi normal olarak yapacağınız ilk şey, pencere önlerindeki perdeleri aralamak, kapalı ise pencereleri açıp içeri taze havanın gelmesini sağlamak  olacaktır. Çünkü içeri girecek olan ışığın girmesine engeldir perdeler. Peki insan, neden perdeyi aralar ve pencereyi açar? Çünkü perde yani! Bildiğin perde! Yani engeldir perde, ışığın içeri girmesine. Pencere de öyledir bir nevi, o da engeldir temiz havanın içeri girmesine.. Açmak gerek ki havayla, sabahın ve güneşin nuru ile buluşabilelim. Değil mi?
    İşte kainatta esbab ve müsebbebat görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz ki; en alâ bir sebep en adi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek, esbab bir perdedir, müsebbebleri yapan, müessir-i hakiki başkadır. Çünkü az evvel de belirttiğimiz gibi sebepler birer perdedirler..(Risale-i Nur’dan-Sözler s.679) Yani demek oluyor ki; etrafımıza baktığımızda her şeyin vücuda gelmesini, özellikle de insanların yardımına koşturulan nebatata baktığımızda aşikâr bir şekilde görüyoruz ki, Cenab-ı Allah el-Hakîm ismi gereğince hikmetiyle, her şeyi bir sebebe bağlı kılmış. Neden peki? İhtiyacı mı vardı? Hayır. Çünkü kimileri o sebepler perdesini aralar ve perde arkasında iş gören, müessir-i hakiki olan Rabb’ini bulur. Kimi de, perdede takılı kalır ve perde arkasında iş görenin Cenab-ı Allah olduğunu göremez. İşte sebepler, aralanmayı bekleyen birer perdedir, sınav aracıdır yani bizler için. 
    Örneğin; toprak bir sebeptir, olanca nimete analık ve beşiklik yapar. Ama tam mevsiminde yediğimiz ne domatesin, ne kirazın, ne de karpuzun o buz gibi ve sulu mu sulu tadıyla toprağın doğrudan veya dolaylı bir bağlantısı, alakası asla yoktur. İnek ve keçi de bir sebeptir, tonlarca süte vesile olan bu hayvanlar bir nevi süt çeşmesi gibi, sürekli olarak bizi gıdalandırıyorlar. Hem de ayette geçtiği üzere ‘kan ve fışkı damarları arasından, ikisine de bulandırmadan’ (Nahl Suresi-66) gönderiliyor o süt. Arı da bir sebeptir, kendisine azıcık bir miktar kâfi iken kendisi yemez, biz insanlara en latif ve birçok hastalığa da deva olduğu bilinen sâfi balı getirir. Aynı şekilde ağaçlar da birer sebeptir ki, bizlere Rahman nâmına Rezzak nâmına tablacılık edip, Rahmet hazinelerinden ellerini doldurmuş bir vaziyette bizlere sunuyorlar enva-yı çeşit nimeti ve buyurunuz diyorlar. Peki tamam sebepler perdedir de, o sebeplerle vücuda gelen sonuçlar; örneğin meyveleri, semereleri o sebepler kendileri yapmıyor mu? Kendi irade ve kuvvetlerinin, ilimlerinin işi değil mi? Kendileri yapıyor olamazlar mı?
    Bunlardan sadece bir tanesini ele alacağız bu hafta. Sairlerini ise Kur’ân’ın bizi davet ettiği tarzda ‘düşünmemize, aklımızı kullanmamıza ve fikir yürütmemize’ bırakıyoruz. Örneğin süt. Sebep olarak süt fabrikası gibi olan inekler aracılığıyla gelir bize. Peki sizce ne kadar maharetli onlar bu konuda? Hani bazen diyoruz ki, ‘bizim Tepecik Beldesi’nin manda sütü çok güzeldir, kaymağı dondurması mükemmeldir.’ Tamam iyi güzel de, marifet inekte mi? Yoksa yediğinde mi? Peki hadi diyelim ki, hayvanın yemiyle içtiğiyle alakalı bu lezzet. Peki neden biz o hayvanın yediklerini; diyelim ki saman, yem, ot bunları karıştırsak ne renk olarak sütün beyazını ne de tat olarak sütün tadını alamıyoruz? O zaman maharet inekte mi? ‘Ya hu o inektir sonuçta, ne yapacak ki eve ekmek mi getirecek, tabi ki süt verecek!’ demeyelim sakın. Çünkü o bir ayettir Rabb’imizden bize gelen, kainat kitabından bir delildir ki okumasını bilene! Rabb’ini tarif ve tavsif eder isim ve sıfatlarıyla, tanıtır der ki: Şuursuz, ilimsiz bir inek elbette seni bilmez, tanımaz ve sana faydalı olan minerallerle doldurup sütü kendi kendine sana vermez. Demek o bir perdedir ki, onu ve onun emsali tüm inekleri, senin emrine teshir eden bir müessir var ki, hakiki tesir sahibi odur. Yoksa, hayvanın bunu yapmaya ne ilmi, ne iktidarı, ne de şuuru yoktur! 
    Bunlar gibi daha sairlerini düşünsek anlarız ki, hakikaten sebepler birer perdedir. Önemli olan ise aklımızı Kur’ân’ın bizi davet ettiği gibi kullanıp ‘ne de az düşünmeyip’, yeterince düşünüp perdeyi aralayıp, perde arkasındaki iman nurunun şavkının gönlümüze girmesini sağlamaktır. Tesir-i hakiki Allah’tandır, hidayet ise gayrete aşıktır.. Vesselam!..

 

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Tüm Yazıları