01 Temmuz 2023 - Cumartesi
Köyünden bı haber yaşayanlara !!!
Köyünden bı haber yaşayanlara
Yazar - Hüseyin Artun
Okuma Süresi: 9 dk.
1588 okunma
Hüseyin Artun
huseyinartun77@gmail.com - +90 542 392 35 79
Köyünden bi haber yaşayanlara..!
Osmanlı'nın kuytu köşesinde sahipsiz kalmış bir köy.... Yokluklar içersinde büyümüş çocuklar , çaresizliğin pençesinden kurtulmaya çalışan bir aile ve toprağına canı pahasına sarılan bir halk...
Gırtlağına bıçak dayanmış kurbanlık keçi misâli , tepeden tırnağa özgürlüğe hasret kalmış bir mâhkum...!
Tüm bu tanımlamalar buram buram Anadolu kokan halkı anlatmaya yetmez!
İşte böylesine umutsuz bir vaka olan Anadolu coğrafyasında yaşamak nasıldır siz düşünün?
600 yıllık kimlik yok olmak üzeredir. 72 çeşit milletin dünyada ben Osmanlı'yım dediği bir dönemde,kaybolmaya yüz tutmuş bir kimlik ! Savaştan yorulmuş, ezilmiş, aç kalmış ve eğitilmemiş bir halk...
Germiyanoğulları'ndan bu yana yüzü gülmemiş bir coğrafya burası. İşte bu coğrafyada doğmak bir kader! Umudu yaşamaktan ibaret olan bir halk. İşte benim atalarım böyle bir coğrafyada doğmuş.
Rahmetli Goca Hüseyin lâkablı büyük babam ve anneannem !!!
Dedemin Babası ve annesi Süleyman dedemiz ile Şerife annemiz bu coğrafyayı kendilerine yurt edinmişler.
Bu yokluklar içinde kendilerine barınak yapmışlar, ormandan kendilerine tarla açmışlar.
Büyük uğraşlar verip, ağır bedeller ödemişler!! Bedeli olmayanın değeri olmaz, o yüzdendir ki bizde toprak kutsaldır. Yâdigar dediklerimiz atadan kalanlar değil , gelecek nesillere aktaracağımız umutlar!!
Hüseyin dedem (goca Hüseyin) yoklukların pençesinde büyümüş bir insandı. Ekmeği küle banıp yedik , misirden un yaptık, yağ çıkardık , koyun keçi ardında çoban olduk, ektik biçtik bir ömrü yedik oğlum derdi bana !
Benim çocukluk yıllarımda köyde yaşamama tek sebeb onların güler yüzlü ve tâmaatkar oluşuydu. Mevsimine göre sıradan bir otokontrol sistemi üzerine kurulu sistematik bir yaşam çizgileri vardı. 90 lı yaşlara gelene kadar ikisininde hastane yüzü gördüklerini hatırlamıyorum. Kocagarı ilaçları meşhurdur. Şu akbaşlı olmasa halimiz nice olurdu ,ya da çam sakızları, çam şurubu ve niceleri. Onlardan çok şeyler öğrendim. İlk mantarı ilk ekşi kulağı babaannem öğretti bana. Çalı kulacığı dediğimiz bir mantar türü var, çoğu kimse halen bilmiyor. Çok şükür benim hafızamda yeri var. Çiğden maya çalmasını kaç kişi biliyor ?
Tahta arabaya kaçımız bindi ?
Eşek ile kaçımız alfat toplamaya gitti. Armutu dalında kaçımız dişledi ? Ekmek kırıklarını kaçımız parmağını ıslatarak yedi. ?
Köyde yaşamak başka bir şey! Alt katımızda ineklerimiz vardı, tahtada ki budaktan bir delik açar onları seyrederdik! Zamanın en eğlenceli BBG serüveniydi.
Sabah köyde erken başlıyor. Ezandan önce hayat uyanırdı. Horozlar öterdi gün doğmadan önce.
Dedem ve ebem erkenden kalkardı, o tatlı telaş benide uyandırırdı.Rahmetli dedem bana " sabah kuşu bu sabah kuşu " derdi. Önce ineklerin otu samanı atılırdı, sütleri sağılırdı ,sonrasında dedem evin önüne çıkar o kulaklarımdan hiç eksilmeyen narasını haykırırdı. Sığır erikliye, sığır erikliye ..... erikli Köyün merasına verilen bir isimdi...köyde sığır sürüsü sıra ile güdülürdü. Dedem ile köy sığırı gütmek çok zevkliydi. Sırt çantamızda köy ekmeği, kuru soğan, dere otu ,tuz ve çaydanlık olurdu. Dönemine göre mantar avı, dönemine göre balık. Değirmen deresinde balık tutmak ayrı meşaket isterdi. Dedem, babannemin eskimiş bürgüleri ile balık tutardı. Bende ilk balığımı böyle tutmuştum. Bürgünün iki köşesini boynuna askı gibi bağlar,diğer iki ucunu ellerine alarak taşların altına doğru uzatır inlerini karıştırırdı . Korkan balık kurulan tuzağa doğru ilerler ve bürgü yukarı kaldırılınca su gözeneklerden boşalır balık ise bürgünün içinde hapsolurdu. Değişik bir teknikti ama başarılı bir av vardı işin sonunda. Arkadaşlar bana modern ol diyorlar ve gülüyorlar ama benim maksadım başka. Anıları ve öğretileri diri tutmak, yaşatmak !
Öğle yemeği vaktini iple çekerdim, yemek torbası benim elimde olduğundan ara ara ekmeği çimdiklerdim. Bu sayede açlığımı bir nebze yatıştırırdım.
Dedem hemen ateşi yakardı, çevrede odun parçası bulmak kolaydı. Her yer yeşil olsada kışın ardından kalan dal parçacıkları kurumuş bir odundu çoban için.
Ayakta kalmak için ateş şarttır, insanlık ateşi bulduktan sonra değişti dünya ! Dağı deldi, taşı eritti, çiğ et yemekten kurtuldu!
Ateşin közü içine saklanmış patates ve soğanları çıkarmak kadar eğlenceli bir şey yoktur. Acaba nerde bunlar ? Dedem her seferinde bana çıkar bakalım evlat patatesleri derdi. Böyle böyle eğildi bu ağaç! Böyle böyle öğretildi her şey!! Zaten atalık bu değilmiydi? Birer birer tuzlardık hepsini, demlenmiş çay için fazla söze gerek yok zaten...közde terbiye edilmiş bir çay !!!!
Şehirde olsa değeri ölçülmez.
Yudum yudum çay, lokma lokma ekmek soğan ve patates ile mideleri doldurduk mu gözümüz sürüde olurdu. Dedem bir çeşme bulur, aharında abdest alırdı. Hemen ben de yanına çökerdim .
" Namaz yolda gomaz " oğlum derdi. Ben o vakitler o yolu yürüdüğümüz engebeli kayalıklardan oluşan sarp coğrafya olarak algılardım. Düz bir yol gibi yürüyeceğimizi düşünerek abdest alır her zaman ki kıble olarak belirlediğimiz yöne doğru dönerek, Allah’ın rahmetine şükreder ondan yardım diler ve dua ederdim.. Dedem dua okurken sesini bende dinlerdim... kısık ses değildi bu ; ettiği dua hâlen kulaklarımda....
Allah’ ım sen torunlarıma zihin açıklığı ver, onları kazalardan belalardan koru. Kötü yollara çevirme, haram yedirme, hayırlı evlatlar nasip eyle . Kıldığımız namazları kabul eyle.. amin....
Böyle güzel bir dua nasıl unutulur!
Gün tepeden aşağıya doğru inmeye başlarken bizde yavaş yavaş sürüyü toplardık. Dedemin sığır çağırma şeklini buraya yazacak ne harf var ne de karakter. Değişik bir ünlem bu ...!!
Gel sarı kızım gel , gel gök kızım gel..
Ne olursan ol yine gel misali değil bu... mümkünse adam ol öyle gel ,ben mevlana değilim seni adam edemem !!!
Sürü köy girişine yaklaştığında her sığır kendi ahırının yolunu tutardı , bazıları akşama kadar göremediği sarı kızının özlemi ile yolunu gözler bazıları da bu gelişi seyretmek isterdi. Sığır beklerken köy ahalisi ayaküstü sohbet eder, tarlaların durumunu anlatırlar, kimisi de dedikodusunu yapardı.
Çocuk olduğum için benim yanımda rahat rahat konuşurlardı.
İmir simir hatırlar gibiyim bazılarını ama bende saklı kalsın.
Bende akşama kadar arkadaşlarımı görememiş olmanın özlemi ile koşarak köy meydanına giderdim.Yatsı ezanına kadar oynardık. O günün dolu geçmesi gerekliydi. Yoksa benim için büyük bir kayıp olurdu.
Babannem oğlum yemek ye öyle git derdi, ama oyun daha tatlı gelirdi bana.... Ebem çocuk kısmını 99 işi olurmuş derdi bana..Ben sayardım sayardım bir elin parmağı kadar yoktu işim. Öyle ya 99 iş bu !! Onlar beni seviyor da ondan az iş veriyorlar der ,onları daha bir başka severdim... o sevgi halen içimde!!
İkisi de muazzam insanlardı. Onlardan öğrenecek çok şeyler vardı. Ne yazık ki ne benim zamanım buna izin verdi ne de onların ömrü yetti.
O çok sevdikleri ata topraklarını sonsuza dek özleyecekler ..
İkisi de köy mezarlığına defin olmadı. O özledikleri toprakları ne yazık ki göremiyorlar, o inek seslerine çok uzaklar, diktikleri meyve ağaçları onların ardında bir miras gibi yükselmeye devam ediyor.Yaptığı çeşmelerden su içen insanlar ve hayvanlar ona dua etmeye de am ediyor.
Zaten en büyük ibadet insanlığa hizmet demedi mi efendimiz ?...!!!
Ne mutlu toprak altında iken bile hizmet edenlere. !!
Yazan : Hüseyin Artun
Yorumlar (2)
Tüm Yazıları