19 Mayıs 2017 - Cuma

Kırım: Soykırım

Yazar - Ahmet Yılmaz
Okuma Süresi: 5 dk.
1633 okunma
Ahmet Yılmaz

Ahmet Yılmaz

- 0 507 621 80 42
Google News

Fatih’in Akıncıları Kırım toprağına ayak bastığında Rus/Slav zulmü
sona ermiş, Gedik Ahmet Paşa ‘surda bir gedik’ açmıştı.
Artık, Ruslar Tatarları değil, Tatarlar Rusları yönetiyordu. Knezlikten,
prenslikten çıkıp devlet olamamış Ruslar için, bezgin ve üzgün yılların
habercisiydi.
Kırım Hanlığı, üç asır, Karadeniz’in civamnert yiğitlerince yönetildi.
Cennet satan Ortodoks ruhbanlık, yerini, Kurtuluşa Çağıran Ses’e
bırakmıştı.
Lakin ‘kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık’tı. 18. Yüzyılın son
çeyreğiydi.
İçten içe kinlenen Rus emperyal güçleri Kırım’ı işgal etti. Osmanlı,
Balkanlarda, Kafkasya’da, Karadeniz’de Rus’a kök söktürdü.
Lakin, Devlet-i Aliye’nin yıkılmasıyla, Kırım’ın tutunacak dalı kalmadı.
Kırım, Alman Gestapoların ve Moskova’nın uzun ince hesap yaptığı bir
kavşak noktasıydı, artık.
2. Dünya Savaşı, başkentlerin danışıklı dövüşüydü. Kırım, taze ve
bakir bir kobaydı. Önce Almanlar, ardından Moskova, Kırım’ı işgal etti.
En yeni silahlar, Kırımlılar üzerinde denenecekti/denendi.
Alman/Rus ordusunda savaşmayı kabul etmeyen Kırımlılar için tek
seçenek şehadetti.
Hitler/Stalin iyi rol kesiyor, Kırım’ı ölüm tarlasına çeviriyorlardı.
Kırımlı, iki ateş arasındaydı. Almanlar Rusçulukla, Ruslar Almancılıkla
suçluyor; katliama zemin hazırlıyorlardı.
Oysa Kırımlı için ‘zulüm ne yandan gelirse gelsin’ aynıydı.
1944’ün 17 Mayıs’ını 18’ine bağlayan gece…
Üç…
Kırım işgal komutanı katliam emrini almıştı. Telefonun öbür ucunda
Stalin vardı.
25bin Tatar evini aynı anda bastılar. “15 dakikada meydanlarda, tren
istasyonlarında toplanın; yanınıza 5 kilodan fazla eşya almayın.
Altınlarınızı, paralarınızı evde bırakın!”
Uykularından uyandırılıp battaniyelerde karga tulumba taşınan
yaşlılar, beşiğinden kaldırılan gül kokulu bebekler; yolun sağında
solunda sayısız ceset, tren istasyonlarında bekleşen 400bin Tatar…
Endişeli saatler, yerini yıllar sürecek sürgün hayatına bırakacaktı.
Siren sesiyle, ölüm yolculuğu başlamıştı.
Daha düne kadar hayvan taşınan vagonlarda havasız susuz kalan yüz
binlerce Tatar, bir taraftan da bayıltan kokuyla mücadele ediyordu.
Samanlar üzerinde, vıcık vıcık ahır kokan yerlerde, karanlık ve soğuk
zeminde, paslı ve rutubetli bölmelerde kımıldayacak yer bile yoktu.
Refik Halit’in Gurbet Hikayeleri’nde, Emine’sini, Osman’ını ve nihayet
Ali’sini ardı ardına kaybeden Erfiçeli Dul Ayşe misali, koklamaya
kıyamadığı yavrusuna hasret analar, akıllarını yitiriyordu.
Az önce hiç olmazsa kesik kesik hırıltısını duyduğu yavrularından
dünyaya ait sesler kesilmişti.
Ölüm kah bir ihtiyarı, kah bir genci buluyor, haftalar süren yolculukta
jenosid neredeyse tamamlanıyordu.
Tuvaletsiz vagonlarda idrarını yapamadığı için kan zehirlenmesi,
ölümlerin baş sebebiydi.
Rengi değişmiş, esmerleşmiş, kokusu kilometrelerce öteden
hissedilen her yaştan cesetler, 3 günde bir duran vagonlardan atılıyor;
ölü bedenler, kurda kuşa yem oluyordu.
200bin Tatar, üç haftada şehitler kervanına katılmıştı.
Arabat köylüleri için ölüm mangaları yeniden harekete geçmiş,
köyünden çıkarılan 150 Tatar’ı taşıyan tekne Karadeniz’de batırılmıştı.
Rus’un, nefes alan bir tek Tatar’a tahammülü yoktu.
Trenler, Tatarları, Asya içlerinde, bilmedikleri bir coğrafyaya bırakmış;
Sibirya çalışma kampları, Tatar aileleri bir kez daha parçalamıştı.
Özbekistan’a gelebilen onbinler içinde 6 aylık bir bebek vardı:
Mustafa Abdülcemil!
Kafa kağıdında, 13 Kasım 1943 yazıyordu. Taşkent’te geçen çocukluk
yılları, onu dev yürekli bir adam yapmıştı.
18’ine geldiğinde Kırım Tatar Milli Gençlik Teşkilatı’nı kurdu. Bir adı
vatan, bir adı özgürlüktü Cemiloğlu’nun.
Özbek Komünist Partisi, “Sen Tatar’sın!” diyerek Arap Dili okumasını
engelledi.
Cemiloğlu’nun gönül tuşları bir kez daha yara almıştı. Takibe alındı,
hapse atıldı, işkence çekti.
Kızılordu’da askerlik yapmayı reddetti. 1.5 yıl hapis yattı.
68/Çekoslovakya işgalini protesto etti.
31 yaşında bu kez Sibirya çalışma kampındaydı, dile kolay 2.5 yıl...
Altıncı kez tutuklandı. Yakutistan’da sürgündü; 4 yıl.
‘Acı patlıcanı kırağı çalmaz’dı. Her seferinde daha da güçlenerek çıktı,
kodesten.
Kızılmeydan’da zulmü tüm dünyaya haykırdı.
Ve nihayet buğulu gözlerle Akmescit’e kavuştu. Kırım onu bağrına
basmıştı. Yeni ünvanı ‘Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı’, ödenmiş bir
hayatın özetiydi, onun için.
Önce, kaldırılan Tatarca isimleri yeniden canlandırdı. Gaspedilmiş
evler/dükkanlar/tarlalar ise, en köklü sorundu.
2014… Moskova, bir kez daha kirletti, Kırım toprağını.
‘Kırımoğlu’, tecrit edildiği vatanına döneceği günü bekliyor; Sinop’tan
Sivastopol’a bakarken, “Bedenim burada, ama ruhum Kırım’da!”
diyor.

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.